Son Yayınlar

6/recent/ticker-posts

TV 100 Kanalına Sırf Sansasyon Oluşturarak İzlenme Oranlarını Artırmak İçin Gerçek Dışı Haberler Yapmak Yakışmamaktadır

CANSU CANAN’LA HAYATA DAİR PROGRAMINDA YENİ DOĞAN ÇETESİ İLE MÜVEKKİL ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARINI İLİŞKİLENDİRMEYE ÇALIŞAN HABERE TEKZİPTİR

Başta TV 100 olmak üzere bazı TV kanallarında ve haber sitelerinde, son derece vicdan dışı ve acımasız bir şekilde yeni doğan bebeklerin sağlıklarını ve canlarını hedef aldığı iddia edilen yapılanma ile Adnan Oktar ve arkadaşları arasında bağlantı kurulma çabası yer almaktadır. Cansu Canan Hanım’ın 28 Ekim 2024 tarihinde yayınlanan Cansu Canan ile Hayata Dair programı da bunun örneklerinden biri olmuştur. Cansu Hanım’ın nezih, zeki, modern, aydın, sevecen, demokrat tutumu ile bağdaşmadığını düşündüğümüz bu yayındaki birtakım gerçek dışı bilgilerin doğrusu aşağıda kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

Aslında birçok gazetecinin temel yanılgılarından biri, hakkında yorum yaptıkları konu üzerinde bir iki dakika olsun düşünüp, bağımsız bir değerlendirme yapıp, vicdanlarını dinleyip akılcı ve makul hareket etmek yerine gündemin heyecanına kapılmak olmaktadır. Sırf bu sebeple basın tarihi, özellikle de son 10 yıl, bir gün kara dediğine ertesi gün ak diyen, bir gün ateşle savunduğunu ertesi gün şiddetle eleştiren, o anın coşkusuyla sarf ettiği cümlelerin toplumun genel düzeninde ve milletin geleceğinde ne gibi etkisi olduğunu kavrayamayan, belki de umursamayan, bu sebeple de halkın hiç güven duymadığı bir gazeteci modelinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.Müvekkilin, Cansu Canan Hanım’ın bu modelin içinde yer almak istemeyeceğine olan güveni tamdır.

Bahse konu haberde ismi geçen Dr. Ahmet Atilla Yılmaz, Trabzon Fatih Devlet Hastanesi'nde, Beylikdüzü ve Esenyurt Devlet Hastaneleri'nde, Özel Kolan Hastanesi'nde ve Beylikdüzü Medilife Hastanesi'nde Başhekimlik yapmış, Ak Parti’den milletvekili aday adayı olmuş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi ve İBB Meclis Sağlık Komisyon Başkanı olarak görev yapmış, NOW TV’de yayınlanmış bir dizide de rol almış birisidir.

A9 TV’de 28 Ağustos 2015’de yayınlanan YAŞAM ve SAĞLIK isimli programa Genel Cerrah olarak katılmış, hemen her kanalda yayınlanan sağlık programlarında olduğu gibi genel sağlık konularında halkı bilgilendirme amacı taşıyan bir yayın yapılmıştır. A9 TV’deki programın sunucularından olan Ayşe Pınar Akkaş’ın kendisiyle görüşmesi de program içeriğiyle ilgili sıradan bir görüşmedir. Görüşmenin yapıldığı yer devlet hastanesinin başhekimlik makamıdır. Her TV kanalının, her sunucu ve programcının hayatının olağan akışında yer alan alelade bir görüşmeden ibarettir.

Söz konusu doktor Yeni Doğan Çetesi isimli yapılanma hakkında yürütülen soruşturmada göz altına dahi alınmamıştır. Hakkında bir iddianame düzenlenmiş, yargılaması devam etmektedir.

YÜRÜTÜLEN SORUŞTURMADA GÖZ ALTINA DAHİ ALINMAMIŞ bir doktorun bundan 10 sene önceki bir tv programındaki sağlık konulu bir sohbete katılmış olması ve bu program için kendisiyle görüşülmüş olması gibi sıradan ve olağan bir konudan dahi müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında suç ve algı oluşturmaya çalışmak derin devlet yapılanmasının 6 yıldan bu yana Adnan Bey ve arkadaşlarına yönelik sürdürdüğü alışılageldik akılsızca ve çaresizce ataklarından biridir.

TEK BAŞINA BU OLAY, MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARINI YENİ DOĞAN ÇETESİ İLE İLİŞKİLENDİRECEKSE, O ZAMAN DOKTOR BEYİN BAŞHEKİM OLARAK GÖREV YAPTIĞI TÜM DEVLET HASTANELERİNİ, KENDİSİNİ BU GÖREVE ATAYAN BAKANLIK YETKİLİLERİNİ, ÇALIŞTIĞI ÖZEL HASTANELERİN SAHİPLERİNİ, SİYASİ ÇALIŞMA YÜRÜTTÜĞÜ TÜM PARTİLERİ, OYNADIĞI DİZİNİN YAYINLANDIĞI TV KANALINI DA SÖZ KONUSU ÇETE İLE İLİŞKİLENDİRMEK GEREKECEKTİR. BU NE KADAR MANTIKSIZ VE ZORLAMA OLACAKSA MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ ADININ BU ÇETEYE KARIŞTIRILMAYA ÇALIŞILMASI DA O KADAR MANTIKSIZ VE ANLAMSIZDIR.

TV 100 kanalının ise sırf Özkan Mamati (Deniz) gibi eğitim ve kültür seviyesi, dünya algısı, üslubu ve stili malum bir kişinin sözleriyle bu mantıksız girişimin bir parçası olması ciddi bir akıl tutulmasıdır.

Oldukça yeni sayılan, tanınma ve izlenme çabası içinde olduğu görülen TV 100 kanalının derin devlet yapılanmasının oyunları hakkında tecrübesiz olduğu görülmektedir. İyi niyetle izlenme oranlarını artırabilmek için dikkat çekici haberler yapmaya çalışmalarını da müvekkil anlayışla karşılamaktadır. Ancak dava dosyasında bile yer almayan isnatları sanki ispatlanmış birer gerçekmiş gibi yayınlamak dürüst habercilik esasına tümüyle zıt bir tutumdur. Bugüne kadar ortaya attıkları her iddianın yalan olduğunun açığa çıktığı kişilerin sözlerini bir değeri ve gerçekliği varmış gibi ekrana taşımak, özellikle de müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarından bahsederken “terör örgütü” gibi salt hakaret ve karalama kastıyla söylenmiş çirkin bir ifade kullanmak yayıncılık ilke ve ahlakıyla bağdaşmamaktadır.

Şunu da önemle ifade etmek gerekir ki, 2018’den bu yana yaklaşık 7 yıldır kesintisiz devam eden

  • İnsan aklının sınırlarını aşan sayısız iftira, karalama, yalan,
  • Zorla ve baskıyla müşteki yapılan kadınların akıllara ziyan, kurgu hikayeleri,
  • Milyonlar harcanarak yapılan belgeseller,
  • Haksız ve hukuksuz on bin yıla varan, 250 kez müebbet anlamı taşıyan cezalar,
  • Arkadaş grubunun tüm mal varlığına, evlerine, arabalarına, işyerlerine hatta takım elbiselerine, mobilyalarına kadar el konulması,
  • Usulsüz gerekçelerle belli aralıklarla yeni yeni polis operasyonları düzenlenmesi,
  • İçlerinde masum tertemiz genç kadınlar da olmak üzere onlarca kişinin ailelerinden ve avukatlarından bin-iki bin kilometre uzakta cezaevlerine (toplamda 78 kişi 31 ayrı cezaevi) dağıtılması gibi Cumhuriyet tarihinde eşine az rastlanır bir baskı, yıldırma, kendilerince yok etme operasyonu neticesinde ortaya tek bir tane bile somut delille desteklenmiş suç veya suça dair herhangi bir şeyin konulamamış olması bu kumpası örgütleyenlerin tarihi bir yenilgisi olmuştur.

SÖZ KONUSU SON HABERDEKİ GİBİ SON DERECE ZORLAMA, HİÇBİR MANTIKLI YÖNÜ BULUNMAYAN, İLKOKUL ÇAĞINDAKİ BİR ÇOCUĞUN DAHİ İTİBAR ETMEYECEĞİ İSNATLARIN ÖNE SÜRÜLMESİ DE BU YENİLGİNİN DIŞAVURUMUDUR.

1.  SUÇ İŞLEDİĞİ İDDİA EDİLEN BİR KİŞİNİN YILLAR ÖNCE BİR TV PROGRAMINA KATILMIŞ OLMASI O TV KANALININ SAHİPLERİNİ VEYA ÇALIŞANLARINI O KİŞİNİN HER YAPTIĞI İLE SORUMLU KILMAZ

Malum olduğu üzere TV programları konusuna ve içeriğine göre çok sayıda kişinin konuk olarak katıldığı mecralardır. Bu konukların konuyla ilgili görüşlerine başvurulmuş olması o kişinin hayatının her detayından program yapımcısının, programın sunucusunun, tv kanalı sahibinin sorumlu tutulmasını gerektirmez. Kanunlar TV yöneticilerine, bir insan TV programına katılacağı zaman o kişini sabıka kaydı, günlük hayatındaki ilişkileri, bağlantılı olduğu insanlar vs gibi hayatına dair detayların araştırılması gibi bir yükümlülük yüklememiştir. Konuğun uzmanı olan alanda vereceği bilginin dışında kişinin inancı, ideolojisi, hayatının detayları TV kanalının sorumluluk ve ilgi alanı değildir. Bunun aksi bir zihniyetle hareket edilmesi durumunda Türkiye’de mevcut hiçbir TV kanalının yayın yapabilmesinin mümkün olmayacağı da açıktır.

Son derece iyi niyetli bir insan olduğu görülen Cansu Canan Hanım’ın da bunları çok iyi bildiği şüphesizdir. Eğer TV 100 ve diğer bazı haber kanallarının söz konusu doktorun A9 TV yayınlarına katılmış olmasını suç olarak lanse etmeleri esas alınacaksa, TV 100 kanalına katılmış olan her konuğun tek tek incelenmesi durumunda ne gibi manzaralarla karşılaşılacağı da hesap edilmelidir. Türkiye’deki hemen hemen tüm TV kanalları geçmişte birçok FETÖ’cüyü yayınlarına konuk olarak almış, sol terör örgütleriyle bağlantısı olmuş kişileri ekranlara taşımış, aile içi şiddete başvurmuş bazı sanatçıların dizilerini yayınlamıştır.BUGÜN CEZAEVLERİNDE BİR ZAMANLAR TELEVİZYON KANALLARINDA BOY GÖSTERMİŞ BİNLERCE İNSAN BULUNMAKTADIR. BU İNSANLARIN İŞLEDİKLERİ İDDİA EDİLEM SUÇLARDAN NASIL Kİ TELEVİZYON KANALLARI SORUMLU TUTULAMAZSA, YILLAR BOYU YÜZLERCE KİŞİNİN KONUK OLARAK KATILDIĞI A9 TV’NİN BİR PROGRAMINA, BİR KEREYE MAHSUS 45 DAKİKA KATILMIŞ BİR KİŞİ SEBEBİYLE MÜVEKKİL ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARININ YENİ DOĞAN ÇETESİ OLARAK ADLANDIRILAN YAPILANMA İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ DE KABUL EDİLEMEZ. DAHASI BU PROGRAMA KATILDIĞI TARİHTE İSMİ GEÇEN DOKTOR HAKKINDA SÖZ KONUSU ÇETEYLE İLİŞKİLİ OLDUĞUNA DAİR NE BİR SUÇ İDDİASI NE BİR SORUŞTURMA NE DE BİR MAHKEME KARARI YOKTUR.

Kaldı ki bahse konu Ahmet Atilla Yılmaz isimli doktorun geçmişi araştırılsa A9TV yayınları dışında bir çok tv kanalına ve programa katıldığı, konferanslarda konuşmacı olduğu, çok sayıda mecrada yer aldığı görülecektir. Örneğin:



2.  A9 TV PROGRAM SUNUCUSUNUN PROGRAMINA KONUK OLACAK KİŞİYLE GÖRÜŞMESİ SUÇ DEĞİLDİR, A9 TV’DE YAYINLANAN PROGRAMLARA 300’DEN FAZLA KONUK KATILMIŞTIR

TV 100’deki bahse konu programda adeta çok gizli ve önemli bir keşif yapılmış ve olağanüstü bir suç ifşa edilmiş edasıyla 2018’deki polis operasyonu öncesine dair fiziki ve teknik takip hakkında bazı yorumlarda bulunulmuştur. Cansu Hanım’ın konu hakkında yeterince bilgiye sahip olmaması sebebiyle, istemeden de olsa, Özkan Mamati’nin mantık dışı yorumları ekrana mühim bir hakikat tespitiymiş gibi yansıtılmıştır.

Büyük bir buluşmuş gibi gündeme getirilen şey, A9 TV’de Yaşam ve Sağlık programını sunan sunucu Ayşe Pınar Akkaş’ın programına konuk olarak katılan Dr. Ahmet Atilla Yılmaz ile programa dair yaptığı görüşmeyi gösteren bir fiziki takipte çekilmiş bir fotoğraftır. Fotoğrafın çekildiği yer Devlet Hastanesi'nin başhekimlik odası önüdür. Gizli bir mekan değildir. Gizli bir görüşme değildir. Olağan üstü bir olay yoktur. Yüzlerce gazetecinin programları için konuklarıyla yaptıkları sıradan görüşmelerden biridir.

2018 operasyonu öncesinde iki yıl boyunca müvvekkil ve arkadaşları hakkında fiziki ve teknik takip yapılmıştır. 100’lerce polisin yer aldığı bu uzun süreli teknik takip neticesinde dava dosyasına bir tane bile, "şu suçun delili budur" denilebilecek, herhangi bir suç işlendiğini gösteren tek bir veri girmemiştir. Binlerce sayfalık iddianame, esas hakkında mütalaa, gerekçeli kararda da bu fiziki ve teknik takiplerden bir satır dahi delil kullanılmamıştır. Çünkü bunların tamamı müvekkil ve arkadaşlarının hayatlarının tertemiz olduğunun ispatı olmuştur.

A9 TV’de program yapan bir hanımın programına konuk olarak gelecek bir doktorla bundan 9 yıl önce yaptığı bir görüşmenin bir keşif gibi lanse edilmesi ise Adnan Oktar Davası kumpasını organize edenlerin içine düştüğü açmazın tezahürüdür. Kendileri açısından içine düştükleri çaresizliği, mantık çöküntüsünü ve akıl iflasını gösterdiği için de, çok mahcup edici ve küçük düşürücüdür.

A9 TV’de 300’den fazla konuğun katıldığı yüzlerce program yayınlanmıştır. Bu konuklardan bazıları şöyledir:

YAŞAM VE SAĞLIK PROGRAMI (87 Bölüm yayınlandı)

Prof. Dr. Cengiz Kuday, Prof. Dr. Turhan Ece, Prof. Dr. Sami Katırcıoğlu, Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Prof. Dr. Yavuz Dizdar, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Prof. Dr. Ahmet Akgül, Prof. Dr. Mustafa Özateş, Prof. Dr. Murat Bezer, Prof. Dr. Metin Tulgar, Prof. Dr. Türker Şahiner, Prof. Dr. Özenç Minareci, Prof. Dr. Turgut Göksoy, Prof. Dr. Coşkun Tecimer, Prof. Dr. Alp Gürkan.

HAYATA DAİR PROGRAMI (105 Bölüm yayınlandı)

Oyuncu yazar Pelin Batu, Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar, Piyanist Müzisyen Şevket Uğurluer, AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, Sinema Sanatçısı Salih Güney, gazeteci yazar Can Ataklı, spiker Güler Kazmacı, müzisyen Timur Selçuk, spiker Bülent Özveren, program yapımcısı Wilco Van Harpen, gazeteci yazar Ardan Zentürk, gazeteci yazar Saygı Öztürk, Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Yekta Güngör Özden, gazeteci yazar Serdar Turgut, emekli büyükelçi Yalım Eralp, yüksek mimar Ahmet Vefik Alp, Dışişleri eski Bakanı Mümtaz Soysal, Dışişleri eski Bakanı Murat Karayalçın, gazeteci yazar Doğan Heper, gazeteci yazar Sami Kohen, program yapımcısı Kadir Çelik, emekli büyükelçi İlter Türkmen, emekli büyükelçi İnal Batu...

BAŞKENT BİRİKİMLERİ PROGRAMI (18 Bölüm yayınlandı)

22. Dönem Ak Parti Milletvekili Vahit Erdem, 22. Dönem Ak Parti Milletvekili Atilla Maraş, CHP Milletvekili Mehmet Şeker, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Başdanışmanı Yazar Metin Özkan, CHP Milletvekili İzzet Çetin, CHP Milletvekili Atilla Kart, 22. ve 23. Dönem Ak Parti Milletvekili Mahmut Durdu, MHP Milletvekili Kemalettin Yılmaz, Devlet Eski Bakanı Mehmet Keçeciler, 22. ve 23. Dönem Ak Parti Milletvekili Polat Türkmen, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal.

BİRLİK ZAMANI PROGRAMI (75 Bölüm yayınlandı)

Prof. Dr. Mahir Kaynak, Devlet eski Bakanı Mehmet Keçeciler, Bayındırlık ve İskan Eski Bakanı Prof. Dr. Abdülkadir Akcan, Ulaştırma Eski Bakanı Enis Öksüz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Yaşar Okuyan, Devlet Güvenlik Mahkemesi Onursal Başsavcısı Nusret Demiral, Gazeteci Yazar Cem Küçük, Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Saadettin Kamalak, Ak Parti 22. Dönem Milletvekili Mehmet Atilla Maraş, Ak Parti kurucularından Avni Doğan, Ak Parti 22 ve 23. Dönem Milletvekili Mahmut Durdu, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Eski Bakanı Hasan Celal Güzel, 23. Dönem MHP Milletvekili Behiç Çelik, 24. Dönem MHP Milletvekili Mehmet Şandır, MHP Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, 23 ve 24. Dönem MHP Milletvekili Prof. Dr. Alim Işık, 21. ve 22. Dönem Milletvekili ve İktisat Profesörü Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Sağlık Eski Bakanı Halil Şıvgın, DYP Genel Başkanı Çetin Özaçıkgöz, Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa, Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucusu Prof. Dr. Anıl Çeçen, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkan vekili Hanefi Avcı...

HERKES İÇİN ADALET PROGRAMI (50 Bölüm yayınlandı)

Adalet Eski Bakanı Oltan Sungurlu, Ankara Üniversitesi Kamu Hukuku Bölüm Başkanı Prof. Dr. Anıl Çeçen, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu, İstanbul Barosu Eski Başkanı Avukat Muammer Aydın, Yargıtay Onursal Üyesi Prof. Dr. Cevdet İlhan Günay, Adalet Bakanlığı emekli Genel Müdürü Salim Özdemir, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Mahir Ersin Germeç, Askeri Yargıtay Onursal Başkanı Nursafa Pandar, Ankara Emekli DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fehim Üçışık, Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonu eski Başkanı Prof. Dr. Vahit Bıçak...

YAŞAMDAN PORTRELER PROGRAMI (30 bölüm yayınlandı)

Dışişleri eski Bakanı ve Meclis eski Başkanı Hikmet Çetin, sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, sinema sanatçısı Nilüfer Açıkalın, İstanbul Büyükşehir eski Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, Müzisyen Nejat Yavaşoğulları ve Bulutsuzluk Özlemi, halk müziği yorumcusu Arif Şentürk, sinema sanatçısı Süleyman Turan, tiyatro oyuncusu Semih Sergen, İçişleri ve Milli Savunma eski Bakanı İsmet Sezgin, gazeteci ve televizyoncu İlnur Çevik, sanatçı Sevim Egesoy, sanatçı Cemil Sağyaşar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı İmren Aykut..

Bu programlar öncesinde ve sonrasında programın sunucuları, yapımcıları veya TV idarecileri konuklar ile hayatın olağan akışına uygun insani, olağan görüşmeler yapmıştır. Bu sıradan ve olağan görüşmeler üzerinden komplo teorileri üretmeye çalışmak halkın aklıyla adeta alay etmek anlamına gelmektedir.

3.  HER İKİ OPERASYONUN MALİ ŞUBE TARAFINDAN YAPILMIŞ OLMASI MANTIKEN DE HUKUKEN DE ALEYHE BİR DELİL HÜKMÜNDE DEĞİLDİR

Özkan Mamati (Deniz) program sırasında müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına da Yeni Doğan Çetesi olarak adlandırılan yapılanmaya da operasyonun İstanbul Mali Şube tarafından yapıldığını söyleyerek sanki iki olay birbiriyle bağlantılıymış gibi bir imaj oluşturmaya çalışmıştır. Adnan Oktar Davası dosyasının husumetli müştekilerinin en belirgin özelliklerinden biri hiçbir manası ve anlamı olmayan alakasız olayları akla ziyan mantıklar öne sürerek bağlantılı gibi göstermeye çalışıp kumpas hikayeleri oluşturmalarıdır. Bu durum aslında bazı üçüncü dünya ülkelerinde halkın cehaletinden faydalanarak kitleleri galeyana getirmek için kullanılan çok bilindik ama aynı derecede son derece zayıf ve aciz bir yöntemdir. Bu nevi yöntemlere başvurulmasının sebebi de ortada bir suç veya suça dair delil olmaması, temiz ve masum insanların linç kültürünü kullanarak etkisiz hale getirilmesi çabasıdır.

Özkan Mamati (Deniz) da ısrarla birkaç kez “iki operasyonu da Mali Şube yaptı” vurgusu yaparken bir yandan kamuoyunun sanki Mali Şube bilinçli olarak iki ayrı olay arasında bir bağ bulmuş ve kurmuş da bilinçli olarak bu iki operasyonu yaptı telkini vermeye çalışmaktadır. Oysa Adnan Oktar davası dosyasının soruşturması 2016 yılında başlamış, 2018 yılında operasyon gerçekleşmiştir. Operasyon neticesinde de müvekkil ve arkadaşları hakkında ellerinde ne var ne yoksa ortaya konulmuştur. Yeni Doğan Çetesi soruşturması ise Mayıs 2023’de başlamış, Ekim 2024’de ise iddianamesi hazırlanmıştır. Olayla ilgisi olan kişilerin tüm telefon konuşmaları, fiili görüşmeleri, hareketleri takip edilip dinlenmiş ve elde olan her şey dosyaya eklenmiştir. Her iki dosya için de ortaya konulan her şeyin içinde iki olayı birbiri ile ilişkilendiren tek bir kelime bile geçmemektedir.

OPERASYONLARI YAPAN MALİ ŞUBE DAHİ İKİ OLAY ARASINDA BİR BAĞLANTI KURMADIĞI GİBİ BÖYLE BİR BAĞ VEYA İLİŞİK ARAYIŞI İÇİNDE DEĞİLDİR.

Tüm bunlara rağmen Özkan Mamati (Deniz)’in Mali Şube görevlilerine samimiyetten uzak ve abartılı övgülerle “iki operasyonu da mali şube” yaptı vurgusu, Türk Polisinin aklını, ferasetini ve basiretini de hiçe sayarak, anlamsız bir çırpınıştan ibarettir.

Cansu Canan Hanım’ın da bu gerçeğin farkında olduğundan şüphemiz bulunmamaktadır.

4.  OKTAR BABUNA İÇİN DÜZENLENEN KEMİK İLİĞİ KAMPANYASI SAYESİNDE TÜRKİYE’NİN İLK KEMİK İLİĞİ BANKASI KURULMUŞ, MÜTHİŞ HAYIRLI BİR HİZMET YAPILMIŞTIR

Zaman zaman basında Oktar Babuna için düzenlenen kemik iliği kampanyası gerçekle hiç ilgisi olmayan yorumlarla sanki bir suç işlenmiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu durum aslında, öfke kıskançlık ve haset devreye girdiğinde son derece hayırlı ve güzel neticeleri olan bir hizmetin dahi nasıl kötü bir şeymiş gibi lanse edilebildiğinin çarpıcı bir örneğidir. Oktar Babuna kampanyası hakkında herkesten önce yorum yapma hakkına sahip olanlar yıllar boyunca acı içinde kemik iliği nakli olmayı bekleyenler, evlatları ve sevdikleri gözlerinin önünde eriyip giderken bir kemik iliği bankası olmadığı için çaresizlik içinde kıvrananlar, kemik iliği bankasının kurulmasıyla hayatları kurtulanlardır. Kemik iliği nakline ihtiyaç duyup Türkiye’de Oktar Babuna kampanyasına kadar bir kemik iliği bankası bile olmadığı gerçeğiyle hiç yüzleşmemiş olanların ekran başında yaptıkları yorumların isabetli ve doğru olabilmesi mümkün değildir. Bugün Oktar Babuna kampanyası hakkında komplo teorisi içeriğinde yorumlarda bulunanların kendileri ya da sevdiklerinin lösemi veya benzeri bir hastalık geçirmeleri durumunda ilk başvuracakları yer bu kampanya vesilesiyle kurulmuş olan kemik iliği bankası olacaktır.

Böylesine hayırlı bir hizmeti, halkın hassas milli duygularını ajite etmeye çalışarak ve genetik bilimi konusundaki genel bilgisizliği de kullanarak saptırmaya çalışmak, bebekleri yoğun bakım ünitelerinde ölüme terk edenlerin yaptığı vicdansızlık kadar ağır bir vicdansızlıktır. Zira bu, kendisine uygun donör bulamadığı için can çekişen ve tek umudu Kemik İliği Bankası olan binlerce insanın acısını hiçe saymak, ellerindeki tek umudu yok etmeye çalışmak girişimidir.

Cansu Canan gibi vicdanlı, dürüst ve iyi niyetli bir hanımın asla böyle bir vicdansızlığa destek olmayacağından emin olduğumuz için konuyla ilgili bazı teknik bilgileri izah etmekte yarar görmekteyiz.

OKTAR BABUNA KEMİK İLİĞİ KAMPANYASI BAŞTAN SONA DEVLETİMİZİN RESMİ MAKAMLARI TARAFINDAN YÜRÜTÜLMÜŞTÜR

Dr. Oktar Babuna 1999 yılında Kronik Lenfositik Lösemi teşhisiyle tedavi görmeye başlamış ve bir süre sonra kemik iliği nakli olması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu ilik nakli gerçekleşmediği takdirde en fazla 3 ay gibi bir süre yaşayabileceğinin belirtilmesi üzerine uygun kemik iliği donörü bulunabilmesi için bir arayış başlamıştır. Kampanya tamamen yasal olarak, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütülmüştür. Kampanyanın sahibi, para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı’dır. Vakfın o dönemki Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin tüm çalışmaların başında yer almıştır. Dr. Oktar Babuna ise yalnızca, hastalığı nedeniyle bu kampanyanın başlamasına ve kamuoyunun dikkatinin bu yöne çekilmesine vesile olmuş bir kişidir.

Beyin Cerrahı olan Dr. Oktar Babuna vesilesiyle gündeme gelen ülkede kemik iliği bankasının bulunmaması gerçeği kamuoyunun büyük ilgisini çekmiştir. Bunun üzerine İstanbul Valiliği'nden alınan izinle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Dekanlığı tarafından ülke çapında “Ulusal Kemik İliği Bankası Kurulması Kampanyası” başlatılmış ve kampanyanın tamamı devlet makamlarınca yürütülmüştür.

Kampanyanın en önemli destekçisi bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel olmuştur. Merhum Demirel 28 Mart 1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etmiştir: “İlik Bankası’nın kurulmuş olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız. Bu hareketi başarıya ulaştıralım.”

İstanbul’da düzenlenen ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşmiştir. Eski Başbakan Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu organizasyonu sahiplenmiştir. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda her şeyin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli defalar kamuoyuna açıklamışlardır. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştır.

Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, Bursa Valisi Orhan Taşanlar gibi devletin en üst kademelerinden isimler bizzat kampanyaya katılıp kan vermişlerdir. Eski Başbakan ve dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller TGRT Televizyonu’na 15 Nisan 1999 tarihinde verdiği röportajda kan kampanyası için parti olarak nasıl seferber olduklarını anlatmıştır. Dönemin İçişleri eski Bakanı Meral Akşener de, 26 Nisan 1999’da İzmit’te düzenlenen organizasyonda kan verirken, “Biz Oktar Babuna’ ya bu manada çok şey borçluyuz, o bir rahatsızlığı gündeme getirdi” şeklinde konuşmuştur.

İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlenmiştir.

Genelkurmay Başkanlığı, tüm Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak için talimat yayınlamıştır. Hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen organizasyon için askeri spor salonu tahsis edilmiştir. Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da kampanyaya katılarak kan vermiştir. Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15. Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile olmuştur.

Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, başta Almanya olmak üzere Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerdeki büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza talimat göndererek kampanyaya destek vermelerini talep etmiştir.

Toplanan kanlar Emniyet müdürleri talimatıyla polis eskortları eşliğinde havaalanına götürülmüş, ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla Almanya ve ABD’deki dünyanın en iyi ve ünlü laboratuvarlarına gönderilmiştir. Çünkü o dönemde, Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlar çok kısıtlıydı. Örneğin Çapa Tıp Fakültesi’nin laboratuvarı günde sadece 4 kan örneğini analiz edebiliyordu. Ankara’daki laboratuvar da benzeri kapasitedeydi. Bu da toplanan yüzbinlerce örneğin analizinin on yıllara yayılması demekti. Oysaki kan örneklerinin ömrü sadece 24 saattir, öyle günlerce, senelerce bekletmek bunları ziyan etmek anlamına gelecektir. Bu nedenle, kampanyanın karar mercii olan İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı kararıyla analizlerin yurt dışında yapılması planlandı.

YANİ, "KANLARIN ABD'YE GÖNDERİLEREK ANALİZ ETTİRİLMESİ" KONUSUNA KARAR VEREN OKTAR BABUNA YA DA BİR BAŞKASI DEĞİL İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI'DIR.

Bu çapta büyük bir organizasyonun hiçbir aşamasının devletin bilgisi, kontrolü, izni olmadan yürütülemeyeceği açıktır. Nitekim yukarıda sunmuş olduğumuz belgeler de durumun tam olarak bu şekilde olduğunu, kampanyanın her aşamasının en üst düzey devlet makamlarının bilgisinde yürütüldüğünü ispatlamaktadır.

Kampanyanın ilerleyen aşamalarında lösemi hastalarından büyük kazançlar elde eden, bu nedenle kampanyadan maddi çıkarları zedelenen bazı çevrelerce çeşitli asılsız dedikodular çıkarılmıştır. Amaçları kampanyayı sabote edip gerçek dışı şaibeler yayarak eski rant sistemlerinin çarklarını döndürmektir. Bu sebeple, kampanya, kampanyanın düzenleyicileri ve para toplamaya yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve soruşturmalardan geçmiş, tüm bunlardan hep aklanarak çıkılmıştır. Yürütülen 3 ayrı soruşturmanın hepsi takipsizlik kararlarıyla sonuçlanmıştır. Bu kararlar kesinleşmiştir.

Çıkartılan tüm engellere rağmen, 1999 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kurulan ilik bankası ise binlerce kişinin hayatının kurtulmasına vesile olmuştur. İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nin internet sitesinde konuyla ilgili olarak yapılan açıklamanın bir bölümü şöyledir:

Bu konudaki “TÜRK KANLARININ, TÜRKLERİN GENETİK BİLGİSİNİN KULLANILMASI İÇİN YABANCILARA VERİLDİĞİ” içerikli yorumlar ise şaşırtıcı derecede cehalet içermektedir. Bunca yıl boyunca algı ve kavrayışı en zayıf insanların dahi anlamasının mümkün olduğu gerçeklerin bir kısım insanlar tarafından bir türlü anlaşılamamasının sebebi ise kanaatimizce konuyu hiç araştırıp incelememiş olmalarıdır. Konuyla ilgili bir kere dahi araştırma yapmış olsa, bir kez daha kendi yazdığı ya da kurduğu cümlelerin anlamı üzerinde düşünse öne sürdüğü iddiaların mantıksızlığını hemen kavrayabilecek insanlar, hayret verici bir şekilde oradan buradan duyduğu kalıpları tekrarlamakta ısrar etmektedirler.

Bu konuda en başta vurgulanması gereken, Türklerin veya başka bir ırkın genetik haritasının çıkarılarak söz konusu ırka yönelik genetik bir silah veya ilaç yapılması yönündeki iddiaların bütünüyle hayali olduğudur. Özellikle, 19. yüzyıldan itibaren farklı ırklara mensup insanların birbirleriyle büyük ölçüde karışmaları nedeniyle (evlenip çocuk sahibi olmalarıyla) dünya genelinde genetik anlamda saf bir ırk kalmamıştır.

Ayrıca, bilimsel araştırmalarda, ırklar arasındaki genetik farklılıkların zaten çok küçük olduğu, genlere bakılarak ırkların ayırt edilemeyeceği ortaya çıkmış durumdadır. Konu hakkında araştırma yapan bilim insanları ırklar arasında sadece % 0.012 genetik fark olduğuna işaret etmektedirler. Kaldı ki bazı durumlarda bir ırkın kendi bireyleri arasındaki genetik fark, diğer ırklarla olan genetik farktan daha büyük olabilmektedir. Tüm bu veriler bir ırkın mensuplarına zarar verici özel ilaç ve silah yapımı iddialarını açıkça çürütmektedir.

DİĞER TARAFTAN SÖZ KONUSU KOMİK İDDİALAR AÇISINDAN DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE, TÜRKLERE ZARAR VERMEK İSTEYEN GÜÇLERİN OKTAR BABUNA KAN KAMPANYASINDA ALINAN KAN ÖRNEKLERİNE İHTİYAÇLARININ OLMADIĞI DA GÖRÜLMEKTEDİR. ZİRA DÜNYANIN BİRÇOK BÖLGESİNDE YAŞAYAN TÜRKLER ÇEŞİTLİ HASTALIKLAR VE SAĞLIK KONTROLLERİ NEDENİYLE KAN NUMUNELERİNİ YILLARDAN BERİDİR YABANCI SAĞLIK KURUMLARINA ZATEN SÜREKLİ OLARAK VERMEKTEDİRLER.

T.C. Dış İşleri Bakanlığının verilerine göre hali hazırda yurt dışında 6.5 milyon Türk vatandaşı yaşamaktadır ve bunların yaklaşık 5.5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa)

Yani yaklaşık 6.5 milyon Türk vatandaşına ait kan örnekleri ve diğer bilgiler zaten hali hazırda dışarıda yabancı ülkelerin sağlık kurumlarında mevcuttur.

Bunların yanı sıra, her yıl yaklaşık 10 milyon Türk vatandaşı çeşitli gerekçelerle yurt dışına seyahat etmektedir. Bu kişiler gittikleri her lokantada yemek yedikleri tabaklara, su içtikleri bardaklara hatta dokundukları her yere DNA izlerini bırakmaktadırlar. Otelde yastık kılıfları, yere dökülen saçları, kullandıkları her şey genetik harita avcılarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek niteliktedir. Ancak, gerçekte böyle gen avcıları olmadığından, kimsenin Türk milletinin genetik haritasıyla ilgili bir alıp veremediği olmadığından ve bunu da aslında bu iddiaları öne sürenler de dahil herkes çok iyi bildiğinden hiç kimse bu konuda önlem alma ihtiyacı hissetmemektedir.

BU BAKIMDAN GERİDE BIRAKTIĞIMIZ YÜZYILLIK SÜREÇTE EN AZ ON MİLYONLARCA TÜRK’ÜN KAN ÖRNEĞİ YURTDIŞINDA ALINMIŞ DURUMDADIR. DOLAYISIYLA, TÜRKLERE KARŞI GENETİK SİLAH VEYA İLAÇ ÜRETTİĞİ İDDİA EDİLEN GÜÇLERİN 1999 YILINDAKİ OKTAR BABUNA KAN KAMPANYASINDA ALINAN 160.000 NUMUNEYE İHTİYAÇLARI ASLA OLMAZ.

Tüm bu sebeplerle, Oktar Babuna kan kampanyasının başlangıcıyla da gelişimiyle de ve sonuçlarıyla da devletimizin ve milletimizin lehine ve faydasına olduğu açıktır. Bu kampanya vesilesiyle kurulan ilik bankamız binlerce vatandaşımızın hayatının kurtulmasına vesile olmuştur.