Son Yayınlar

6/recent/ticker-posts

Chp Genel Başkanı Sn. Özgür Özel’e Müvekkil Adnan Oktar’dan Açık Mektup

HALK TV ve SÖZCÜ TV GİBİ BAZI MEDYA KURULUŞLARININ KARARSIZ SEÇMEN ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİNİ GÖRMEZDEN GELMEK BÜYÜK BİR HATA OLACAKTIR

Bağımsız kamuoyu araştırmaları, iktidardan kopan oyların çok önemli bir kısmının, muhalefet partileri yerine kararsızlar grubuna kaymış olduğunu göstermekte; kararsız seçmen oranında daha önce görülmemiş düzeyde bir artış olduğuna işaret etmektedir. 

Müvekkil Adnan Oktar, AK Parti’den kopan oyların büyük kısmının doğrudan muhalefet partilerine gitmek yerine kararsızlar grubuna yönelmesinde, Halk TV ve Sözcü TV gibi -CHP’yi desteklediği bilinen- medya kuruluşlarının izledikleri taraflı yayın politikasının büyük rolü olduğunu düşünmektedir.

Halk TV ve Sözcü TV gibi medya kuruluşlarının adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve özgürlük gibi kavramları savunurken bunu HALKIN GENELİ İÇİN DEĞİL, SADECE KENDİLERİ GİBİ DÜŞÜNEN BİR ZÜMRE İÇİN İSTİYOR OLMASI vatandaşlar nezdinde rahatsızlık yaratmaktadır.

Bu kanallardan yapılan yayınları takip eden vatandaşlar, kendileriyle aynı fikir ve ideolojide olmayanlara yapılan haksızlık ve hukuksuzlukların bu medya kuruluşlarının yöneticilerini hiç mi hiç ilgilendirmediğini kolaylıkla fark etmektedirler. Bu çevrelerin sadece kendilerinden olan, kendi fikirlerinden kişileri savunduklarını, karşıt görüşteki kişilerin hak ve hukuklarını korumak için olumlu bir tavır ya da çabalarının olmadığını, hatta aksi görüşteki kişilerin karşılaştıkları hukuksuzluklarda buna alkış tuttuklarını da alenen görmektedirler. Bu kişilerin sadece kendilerinin başına hukuksuzluk geldiği zaman adalet ararlarken, bir başkası hukuksuzluğa uğradığında bundan mutluluk duyduklarına dahi şahit olmaktadırlar.

Dolayısıyla kendilerini CHP’ye yakın olarak tanıtan ve halk nezdinde de CHP’yi destekledikleri konusunda herhangi bir şüphe bulunmayan Halk TV ve Sözcü TV gibi medya kuruluşlarının bu tarafgir tutumları, CHP’nin oy oranını da önemli ölçüde etkilemektedir. Birçok vatandaşımız sırf “bunlar iktidara gelse, bizim gibi farklı inanç ya da ideolojideki kimselerin durumu ne olacak” endişesiyle, AK Parti ile olan gönül bağını koparmış olmasına rağmen tercihini CHP’de yana kullanamamakta; kendisini kararsız seçmen olarak tanımlamaktadır.

Örneğin Halk TV ve Sözcü TV gibi medya kuruluşları Türkiye’nin sosyal bir gerçeği olan cemaat ve tarikatları toptan reddedip tümünün yok edilmesini savunurken, AK Parti ile arasında artık bir bağ kalmamış çok sayıdaki tarikat ve cemaat mensubunun gönül rahatlığı ile Cumhuriyet Halk Partisi’ni desteklemesini beklemenin son derece hatalı bir tavır olacağı da ortadadır.

Bu ve benzer yayın kuruluşlarının artık samimiyetsizlik derecesine varan tarafgir tutumlarına bir başka örnek ise, kamuoyunun gündemindeki çeşitli davalarda yaşanan hukuki süreçlere ilişkin bu kanallarda yapılan haber ve yorumlarda kendini göstermektedir.

Kendilerinin yakından takip ettiği tutuklu gazetecilerin davaları, CHP’li belediye başkanlarının davaları ya da menajer Ayşe Barım hakkında açılan davalarda yaşanılan hukuksuzluklar bu kanalların başlıca gündem maddesi olmakta; bunlara ilişkin sayısız haber ve tartışma programı yapılmaktadır. Bu davalarda lehte karar veren hakimler hakkında bir soruşturma başlatıldığında, hakimler görevden alındıklarında ya da farklı görev bölgelerine atandıklarında bu gelişme 1 numaralı gündem maddesi olmaktadır. Bunun sorumlusu olduğunu düşündükleri siyasetçileri kıyasıya eleştirmekten ve “yargıya siyasi müdahalede bulunulduğu”nu var güçleriyle haykırmaktan da geri kalmamaktadırlar.

Ancak konu, örneğin müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının 7 yıla yakın süredir maruz bırakıldıkları haksız ve hukuksuz uygulamalar gibi farklı ideolojiden kişilerin karşılaştıkları haksızlıklar ve hukuksuzluklar olduğunda,  hiç ses çıkarmamakta, hatta “oh olsun” anlamına gelecek yayınlar yapmaktan geri kalmamaktadırlar.

Kısa başlıklar halinde özetlersek, 2018’den bu yana Adnan Oktar Davası kapsamında hukuka alenen aykırı şekilde;

  • Sadece soyut beyanlarla, doğrulukları araştırılmadan, lehe deliller dikkate alınmadan yüzlerce kişi tutuklanmıştır,
  • Operasyon günü polise ateş ettiği iddia edilen Mert Sucu’nun elinde barut izi tespit edilmemiştir,
  • Kendisine ateş edildiği iddia edilen polis memurunun ise iki elinde, dirseğine kadar barut izi tespit edilmiştir,
  • Olay anına ait onlarca video kaydı bulunmaktadır (evin güvenlik kameraları, polisin üzerinde sürekli kayıtta bulunan kameralar, operasyon anında yapılan drone çekimleri). Ancak, sanıkların defalarca, sözlü, yazılı, dilekçeyle, ifadeleri sırasında talep etmelerine rağmen, olay anına ait video görüntüleri dava dosyasına getirtilememiştir
  • Bu görüntüler dava dosyasına getirtilemediği gibi, güvenlik kameralarına getirtilen müsadere ile bu kayıtların içinde bulunduğu cihazlar alelacele satışa çıkarılmıştır,
  • Mert Sucu’nun ateş ettiği iddia edilen silahın üzerinde Mert Sucu veya başka birine ait parmak izi tespit edilmemiştir, silahın üzerindeki parmak izleri silinmiştir. Oysa polisin ifadesine göre de, Mert Sucu, polis odasının kapısını açtıktan sonra silahı eliyle polise doğru yere bırakmıştır,
  • Müvekkil Adnan Oktar’ın kızına küçük yaştayken cinsel istismarda bulunduğunu iddia eden Fırat Develioğlu’nun, güya kızının cinsel istismara uğradığını iddia ettiği dönemlerde,
    • bu olayın Fırat Develioğlu’nun evinde olduğunu;
    • Fırat Develioğlu’nun müvekkilin istismarına uğradığını iddia ettiği eşini ve kızını bırakıp Kazakistan’a gittiğini;
    • bu korkunç iddiaya rağmen, Fırat Develioğlu’na mahkeme başkanı “Adnan Oktar’dan şikayetin var mı?” diye sorduğunda, kızına yönelik korkunç iddialardan bahsetmeyip, sadece “evet şikayetçiyim, ticaretimi akamete uğrattı” dediğini;
    • çıktığı yüzlerce TV programında müvekkili şikayet ederek ona yüzlerce iftira atarken, kızına güya cinsel istismarda bulunulduğundan hiç bahsetmediğini,
    • özetle kızı cinsel istismara uğramış bir babanın feryatlarını ve beklenen tavrını göstermeyerek,
    aslında yalan söylediğini açıkça gösterdiğini, hiçbir mahkeme dikkate almamıştır,
  • Aynı okullarda okumuş, aynı sosyal ortamlarda yetişmiş ve yaşamış, 40 yıldır birbirini tanıyan insanlar “birbirinizle ticaret yapmışsınız, birbirinizden ev araba almışsınız, birbirinize hastanede refakat etmişsiniz, aynı evde kalmışsınız ya da birbirinizle telefonla irtibat kurmuşsunuz” gibi gülünç gerekçelerle örgüt ilan edilmiştir,
  • Türk Ceza Kanunu’nu yazan, Türkiye’nin önde gelen hukuk profesörlerinin dosyaya sunduğu “ortada bir suç yok“ortada örgüt yok, birbirini seven bir arkadaş grubu, bir sivil toplum kuruluşu var” diyen bilimsel ve hukuki mütalaalar tamamen yok sayılmıştır,
  • Sırf bu arkadaş grubunu yargılamak için doğal hakim ilkesine aykırı özel talimatlı bir mahkeme heyeti oluşturulup, 10 bin yıllık hukuksuz cezaları verdikten sonra da mahkeme heyeti dağıtılmıştır,
  • 200’e yakın sanığının tamamının tüm araştırma, inceleme talepleri toptan ve gerekçesiz şekilde reddedilmiştir,
  • Duruşma salonu kapısında hazır edilen onlarca savunma tanığından tek biri bile huzura alınıp dinlenmemiştir,
  • Mahkeme huzurunda beyan veren sözde müştekilerin beyanlarında 4 binden fazla çelişki olmasına rağmen yalan söyledikleri aşikar olduğu halde bunlar hükme esas alınmıştır,
  • Sözde cinsel saldırıda bulunduğu iddia edilen sanıklardan bazılarının pasaport kayıtlarıyla yurt dışında oldukları, bir diğerinin o tarihte kanser tedavisi için hastanede olduğu, onlarca sanığın, kendileri hakkında cinsel saldırı iddiasında bulunan kadınlarla ortak HTS kayıtları bile bulunmadığı ispatlandığı halde bu masum insanlar tecavüz suçundan yüzlerce yıl ceza almıştır,
  • Tecavüze uğradığını iddia eden kadının, kendisine tecavüz ettiğini iddia ettiği sanığa, o dönemde “neden benimle cinsel ilişkiye girmiyorsun” diye mesajlar yolladığı ve sanığın da bu ısrarlara rağmen ondan uzak durduğu mesajlarda tespit edildiği halde, bu kişiye bu kadına tecavüz suçundan ceza verilmiştir,
  • Sistemli tecavüze uğradıklarını iddia eden kadınların Mahkemede ifade verirken olay tarihini, olayın gerçekleştiği evi, hatta kendisine kimin tecavüz ettiğini bile hatırlayamaması, ifadelerinin her aşamasında onlarca çelişki bulunması gibi, aslında hiçbir zaman tecavüze uğramadıklarını, emniyette zorla bir kurgunun altına imza attıkları açığa çıkmıştır,
  • Dosyayı inceleyerek Yargıtay içtihatları ışığında bozma kararı veren İstinaf hakimleri sırf hukukun gereğini yaptıkları için linç edilip görevlerinden alınmışlardır ve yargılanmaktadırlar,
  • Tüm sanıkların ve avukatlarının, ısrarla “müşteki kadınları Adli Tıbba gönderin, rapor alınsın, inceleme yapılsın, iddiaları doğru mu diye bakılsın” taleplerine rağmen, 3-4 kadın Adli Tıbba gönderilip bunların tecavüze uğramadıkları fiziki ve ruhi değerlendirmelerle belgelendiği için, Adli Tıp raporları alınmasından vazgeçilmiş,cinsel saldırı iddiası bulunan hiçbir müşteki kadın adli tıbba gönderilmemiştir,
  • İddia edilen olaylarda bahsi geçen kişileri dahi tanımayan genç kadınlara ise “siz örgüt yöneticisisiniz her şeyden sorumlusunuz” diyerek 330 kere müebbet verilmiştir,
  • 7 yıldır yapılan acımasızca karalama kampanyası boyunca bir kez bile müvekkil ve arkadaşlarının açıklamalarına, kendilerini ifade etmelerine izin verilmemiştir, hukuksuzlukları dile getirenler örgüt propagandası yapmakla suçlanıp tekrar tutuklanmışlardır,
  • Dosyanın gerçek mağduru olan yargılananlar karşılaştıkları hukuksuzluk ve usulsüzlükleri HSK’ya dilekçe yazarak bildirdiklerinde; yaşadıkları mağduriyetleri ilgililere anlattıklarında; cezaevindeki ablasına abisine çorap gönderdiğinde; yargılandığı dosya için görüş almak amacıyla hukukçularla görüştüklerinde aleyhlerinde hiçbir delil olmadığı halde yeniden tutuklanmıştır,
  • Türkiye’nin dört bir yanına –Erzincan, Van, Antalya, Kütahya, Afyonkarahisar, Manisa, Denizli, İzmir, Tarsus, Kayseri, Konya, Burdur vb- cezaevlerine, ailelerinden ve avukatlarından binlerce kilometre uzağa gönderilmiştir,
  • Bu sevkler esnasında 22 saat elleri kelepçeli, yanlarına yiyecek ve su verilmeden, ring araçlarının camsız, havasız, 2m2’lik kafes gibi kutularında yol gitmişlerdir,
  • Ağır kanser hastası olanlar dahi tahliye edilmeyip tedavi imkanlarından sağlıklı şekilde yararlandırılmamışlardır,
  • Onlarca, yüzlerce masum insanı katletmiş terör örgütü mensupları dahi Yargıtay tarafından tahliye edilirken, tek bir suç olmadığını herkesin bildiği bu dosyada sırf kendileri gibi yaşamadığı, kendilerinden farklı düşündüğü için jet hızıyla Yargıtay’da dosyaları onanmıştır,
  • Üstelik Yargıtay bu onamayı yaparken kendi vermiş olduğu eski kararlarıyla çelişmiştir,
  • 8 bin yıllık hukuksuz cezaların onanmasıyla da hız kesmeyip televizyonlarda bangır bangır “Adnan Oktar ölmeden bu iş bitmez”, “Yok mu cezaevinde bir delikanlı”, “İçlerindeyken Adnan Oktar’ı öldürmeyi çok istedim” gibi dehşet verici konuşmalar yapılmıştır, ancak halkın önünde müvekkile ölüm tehdidi savuranlar cezasız bırakılmıştır.

Bunların alenen haksızlık, hukuksuzluk, acımasızlık ve vicdansızlık olduğunu bile bile hiç ses çıkarmayan ve hatta için için “oh olsun” diyen bu tip medya kuruluşlarının, bugün Türkiye’nin bu duruma gelmesine katkıda bulunduğunu da bilmesi gerekir. Adaletsizliği kutsayanlar şimdi benzer bir adaletsizliği yaşamaktadır.

Sonuç           :

Özetle Türkiye’de halkın Ak Parti iktidarıyla arasındaki gönül bağını bitirmiş olsa dahi halen Cumhuriyet Halk Partisi’ne mesafeli yaklaşmasındaki ana sebep, CHP’yi destekliyormuş gibi görünen Halk TV ve Sözcü TV gibi medya kuruluşlarını yöneten ve yayın politikalarını belirleyen kesimin, “sadece kendi düşüncesindekilere özgürlük istediği” yargısının genele hakim olmasıdır. Vatandaşlar nezdindeki “Bunlar güç ve iktidarı ele geçirdiklerinde bizi ezerler” önyargısının bertaraf edilmesinin tek yoluysa, medya ve basının artık hukuksuzluklara alkış tutmaktan vazgeçmesi, insanların mağdur edilmesi için tribün oluşturma alışkanlığını terk etmesidir.

Müvekkil Adnan Oktar, Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin ise, partinin aleyhindeki bu yaklaşımın hem parti tabanında hem de partiyi destekleyen basında değiştirilmesi, sadece kendi taraftarları için “hak, hukuk, adalet” değil, her kesimden, her düşünceden, her inançtan insan ve gruplar için hakkı, hukuku, adaleti savunduklarını hissettirmeleri, halkı buna ikna etmeleri gerektiğini düşünmektedir.