Son Yayınlar

6/recent/ticker-posts

Her Şeyi, Allah’ın Tecellisi Olduğunu Bilerek Sevmenin Sırrı


Sn. Adnan Oktar’dan Kamuoyuna Duyurudur
Her Şeyi, Allah’ın Tecellisi Olduğunu Bilerek Sevmenin Sırrı

Müvekkil Adnan Oktar, hayatı boyunca özellikle sevgi kavramının üzerinde durmuş ve tek kurtuluşun sevgi olduğu konusunu her fırsatta dile getirmiştir. Halen gerek dilekçelerinde ve kamuoyu duyurularında gerekse hakim önünde verdiği beyanlarda bu konuyu ısrarla dile getirmektedir.

Müvekkilin savunduğu sevgi anlayışı, şu an dünyada gerçek dindarlığın gelişmesine ve tüm olumsuzlukların ortadan kalkmasına vesile olacak bir anlayış olduğundan, kanaatimiz odur ki, müvekkili susturma çalışmalarının bir diğer sebebi bu konudur. Her şeyi Allah'ın tecellisi olduğunu bilerek sevmek, insanların genel olarak bilmediği bir sevgi çeşididir. Müvekkilin üzerinde durduğu husus da tam olarak budur: Şayet bu sevgi anlaşılır ve yaşanırsa, dünyada öfkelerin, tahammülsüzlüklerin, bencilliklerin, nefretin izi kesin olarak kalmayacaktır.

Müvekkil, günümüzde Allah sevgisi adına geliştirilmiş bir sinsilik yöntemine dikkat çekmektedir. Özellikle kendilerini muhafazakar dindar olarak gösteren bir kısım kişiler, Allah'ı sevdikleri, fakat geri kalan hiçbir şeyi sevmedikleri iddiasıyla ortaya çıkarak, sinsi bir sevgisizlik çeşidini yaygınlaştırmaktadırlar. Bu mantıktaki kişiler, zaten insanların geneline güçlü bir öfke duymakta ve bu öfkeyi hayatlarına sirayet ettirmektedirler. Dahası, bu mantıktaki kişiler, çoğunlukla, Peygamberimizi, sahabeleri, Kuran'da belirtilen emir sahiplerini de hariç tutmakta ve bu mübarek kişilerin yollarından gitmeye gerek olmadığını, Allah'ı sevmesinin yeterli olduğunu söyleyebilmektedirler. Peygamberimizin sözlerini de kendilerince yeterli bulmamakta, Müslüman olduklarını iddia ederken Peygamberimizi hayatlarının dışında tutmak istemektedirler.

Müvekkile göre bu, insanları Allah'tan, Peygamberimizden ve İslam dininden soğutan sinsi bir davranıştır. Müvekkile göre Allah, pek çok ayetinde Peygamberin, "Kendisinin yüksek tecellisi" olduğunu belirtmektedir. Müvekkil, bu konuda aşağıdaki ayeti hatırlatmakta ve Allah'ın, Peygambere biat etmeyi Kendisine biat etmek olarak gördüğünü belirtmektedir:

Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. (48/10)

Müvekkile göre dönemin Müslümanları, belki de Peygambere itaat ederek aslında Allah'a itaat ettiklerinin dahi farkında değillerdi. Onlar Peygamberin izinden gittiklerini, ona biat ederek kurtuluş bulacaklarını umarlarken, Allah, ayet indirerek, aslında bu itaatin Kendisine itaat olduğunu belirtmektedir.

Aslında bu, sırf Peygamberimize olan biat ile de sınırlı değildir. Müvekkil, Kuran'da belirtilen emir sahiplerini de hatırlatmaktadır. Allah, onları yetkili kılmış ve onlara itaati de önemli görmüştür. Bu konuda müvekkil, aşağıdaki ayeti hatırlatmaktadır:

Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. (4/59)

Müvekkil, bu konuda önemli bir hususa değinmektedir. PEYGAMBERLER, ELÇİLER, DİĞER HİÇBİR VARLIK, ALLAH'TAN BAĞIMSIZ DEĞİLDİRLER. HER BİRİ, ALLAH'IN BİRER TECELLİSİ OLARAK YARATILMIŞTIR. Allah, peygamberler gibi bazı kullarında kuşkusuz ki daha fazla tecelli eder. Allah, insan için ise, ona Kendi ruhundan üflediğini belirtmektedir. Dolayısıyla müvekkilin izahına göre, HER İNSAN ALLAH'TAN BİR NURDUR. İnsanın yaratılışını ve Ruhundan üflediğini Allah, ayette şöyle açıklamıştır:

Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti.

"Onu bir biçime sokup, ona Ruhum'dan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." (38/71-72)

ALLAH'IN KENDİ RUHUNDAN ÜFLEYEREK, KENDİ TECELLİSİ OLARAK YARATTIĞI VARLIK, ELBETTE Kİ SEVGİYİ HAK ETMEKTEDİR. Müvekkile göre bu zaten ALLAH'A OLAN SEVGİNİN GÖSTERGESİDİR. ALLAH'IN TECELLİLERİNİ SEVMEYENİN ALLAH'I SEVMESİ DE MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Müvekkile göre, peygamberleri, emir sahiplerini ve Allah'ın tecellisi olarak yaratılmış tüm insanları, Allah'tan farklı bir varlık olarak görmek isteyen, bu nedenle onlara yönelik sevgi duyamayan, bu nedenle de peygamberlere veya emir sahiplerine uymayı kabul etmeyen, başında bir itaat merci, bir mürşit istemeyen kişiler, "sadece Allah'a sevgi" iddiasıyla aslında DERİN BİR SEVGİSİZLİK yaşamaktadırlar. Müvekkil bu kişilerin, aslında kendi varlığına hayran olan, kendisini insanlara yol gösterici olarak gören ve sadece kendi aklına güvenen kişiler olduklarını düşünmektedir. Peygamberlere ve tüm diğer insanlara sevgisizlik içinde yaşayan bu tıynetteki kişilerin de Allah'ı gerçekten sevebileceklerine inanmamaktadır. Keza bu kişiler, Allah'ın tecellilerini kendilerince beğenmemektedirler.

Müvekkile göre bu tarz insanlar, Allah'ın varlığını inkar eden fikirleri veya akımları, örneğin materyalizmi veya Darwinizm'i ASLA ELEŞTİRMEZLER. Allah inancı ile mücadele halinde olan ideolojilere karşı hiçbir girişimde bulunmazlar. Bu akımların varlığı onları rahatsız dahi etmez. Allah adına ortaya çıkarlar ama Allah'ın varlığını anlatma konusunda hiçbir girişimde bulunmazlar.

"Sadece Allah'ı severim, onun dışında yaratılanı sevmem" mantığında olan bu insanlar, insanların geneline karşı öfkeli ve bencil bir tavır içindeyken, kendi aileleri söz konusu olduğunda bir anda koruyucu kesilirler. İhtiyaç sahibi kimselere yardımda bulunmaz ama annesi, babası, kardeşi, çocuğu söz konusu olduğunda akıl almaz bir düşkünlük gösterirler. Bir insanın ailesini koruyup kollaması elbette ki gerekir; burada eleştirdiğimiz nokta, düşkün olmayı, korumayı, kol-kanat germeyi çok iyi bilen bu kişilerin, başkaları söz konusu olduğunda sevgisiz ve ruhsuz davranıyor olmasıdır.

Müvekkile göre bu kişiler yalnızca kendilerini mürşit olarak görürler; onun dışında kendilerine yol gösterecek bir mürşit kabul etmezler.

Oysa müvekkil, Müslümanların, iyiliği emretmek, kötülükten men etmek ile sorumlu tutulduklarını hatırlatmaktadır.

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (3/104)

Bu konuyla ilgili müvekkilin hatırlattığı başka bir ayet ise şöyledir:

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan elçiye uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (7/157)

İyiliği emretmek, kişinin Kuran'dan doğru olarak gördüğünü insanlara anlatması, insanları doğruya çağırmasıdır. İyiliği emreden her insan, karşısındaki kişiyi aslında kendi düşüncesine çağırır ve BU ASLINDA BAŞLI BAŞINA BİR MÜRŞİTLİKTİR. İyiliği tavsiye eden herkes zaten bir mürşit olmuş olur. Mürşit, irşad eden demektir. İrşad etmek ise doğru yola çağırmaktır. Ona uyan bir kişi, aslında bir nevi o kişinin müridi olmuş olur. İyiliğe olan çağrısına icabet etmiştir.

Bir mürşide uymayarak, yani karşısındaki insanın iyilik çağrısına uymayarak kişi, tek geçerli aklın sadece kendi aklı olduğu iddiasıyla hareket eder. Başkalarını beğenmemek, kendisini başkalarından üstün tutmak, bunu yapabilmek için de Allah'ı veya Kuran'ı kendisi için kalkan olarak kullanmak, müvekkile göre, oldukça sakıncalı, sevgisiz bir büyüklenme şeklidir.

Bu tıynetteki kişiler, Peygamberimizin vefatından sonra da kendilerini göstermiş, hatta "mürşide öfke" zihniyetinin vahim sonucu olarak Hz. Ömer'i, Hz. Osman'ı ve Hz. Ali'yi şehit etmişlerdir.

Hatta Hz. Ali ve Muaviye arasında, 657 yılında gerçekleşen Sıffin Savaşı sırasında, Muaviye’nin ordusu, savaşta üstünlük Hz. Ali'nin tarafında iken, mürşide uyan Müslümanları kendi taraflarına çekmek amacıyla mızrakların ucuna Kuran sayfaları saplamış ve "Aramızda Allah’ın Kitabı hakem olsun" diyerek, Kuran'ı kullanmışlardır. Bu olay, Müslümanlar arasında büyük kafa karışıklığına neden olmuş ve savaş durdurulmuştur.[1]

Müvekkile göre aslında bu konuda en net örnek, Allah'a iman ettiğini bizzat kabul eden şeytandır. Allah, ateşten yarattığı şeytandan, topraktan yarattığı insana secde etmesini istemektedir. Aslında Allah'ın bu isteği, müvekkile göre, tüm yaratılmışların Allah'a olan sevgilerini gösterebilmeleri içindir. Çünkü insanı da yaratan Allah'tır. Orada yaratılmış olan insan, Allah'tan bağımsız bir varlık değildir; bilakis O'nun tecellisidir. ALLAH, MELEKLERDEN VE ŞEYTANDAN, TOPRAKTAN YARATTIĞI İNSANA SECDE ETMELERİNİ İSTERKEN, ASLINDA ONLARIN, BİZZAT KENDİSİNE YÖNELİK SEVGİLERİNİ GÖRMEK İSTEMEKTEDİR. Bunun farkında olan melekler, Allah'a olan sevgilerinden hemen secde etmişler; ancak şeytan direnmiştir. Müvekkil bu konuda aşağıdaki ayetleri hatırlatmaktadır:

Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

(Allah:) "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (7/11-13)

Müvekkile göre Allah, şeytanın bu itaatsizliğini büyük görmekte, bunu bir büyüklenme olarak tarif etmekte ve onu, küçük düşürülmüş olarak cennetten kovmaktadır. Çünkü Kendi yarattığına yönelik büyüklenmeyi, Kendisine karşı bir eylem olarak görmektedir.

Müvekkilin Allah sevgisine dayalı gerçek sevgi anlayışının üzerinde durmasının asıl sebebi işte budur. İnsanlar, Allah'ı sevdiklerini iddia ederek bile sevgisizliği yaymakta, büyüklenebilmekte, dünyada terör estirebilmektedirler. Oysa müvekkile göre Allah'ı sevmenin anlamı, O'nu, tüm yarattıklarıyla birlikte sevmektir. Tüm kainat, Allah'ın bir görüntüsü, bir tecellisi olarak yaratılmıştır; hiçbir şeyin Allah'tan bağımsız bir varlığı yoktur, olması mümkün değildir. İnsan, özel bir varlıktır ve Allah insanı, Ruhundan üfleyerek yarattığını belirtmektedir. Özellikle mübarek insanlar, Allah'ın en güçlü tecelli ettiği kişilerdir.

Dolayısıyla, tüm varlıkları Allah'tan soyutlayarak, "Allah'ı seviyorum ama başka hiçbir şeyi değil" zihniyeti, bir sevgi biçimi değil, bir büyüklenme biçimidir. Böyle bir sevgi yaşanabilir sevgi değildir. Müvekkile göre, Yaratıcının yarattıklarını -haşa- beğenmeyip, sadece O'na sevgi duyduğunu iddia etmek, gerçekçi olmayan bir izahtır. Allah'ı anlamamış, O'nun yarattıklarına öfke duymuş bir insanın, Allah'a karşı gerçek bir sevgi duyabilmesi de mümkün değildir.

Gerçek sevgi, tecellinin ne olduğunu anlamakla mümkün olur. Müvekkile göre Allah, Kendi görüntüsünü ve varlığını, yarattıklarında var etmekte, tecelli ettirmektedir. Dolayısıyla, insana herhangi bir insan gibi değil, Allah'ın tecellisi olarak bakmak, her şeyiyle Allah'ın kontrolünde olduğunu bilmek, Allah sevgisi ile kişiyi sevmek, tüm öfkelerin, zıtlıkların, tahammülsüzlüklerin, geçimsizliklerin kapısını kapatacaktır. MÜVEKKİLİN AMACI, YERYÜZÜNE BU SEVGİYİ TANITMAK VE BUNU YAYGINLAŞTIRMAKTIR. DÜNYA, O ZAMAN BAŞKA BİR DÜNYAYA DÖNÜŞECEKTİR.

7 yıldır müvekkil ve arkadaşlarına yönelik uygulanan kumpasın mimarları, müvekkilin amacını anlayamamış görünmektedirler. Müvekkil, onların oluşturduğu sevgisizlik, entrika, ihanet dolu dünyayı, sevgi ortamına çevirmek istemektedir.

Müvekkilin üzerinde durduğu bu önemli hususu kamuoyunun takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.

 

[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/siffin-savasi