Son Yayınlar

6/recent/ticker-posts

Hırs ve Tamahkarlık İnsanları Mutsuzluğa Mahkum Eden, Ruh Kalitelerini Bozan, İyilikten Alıkoyan Manevi Felaketlerdir

Makaleyi sesli dinlemek için

Ömrünü İslam ahlakının, Kuran’da Allah’ın emrettiği sevginin, cömertliğin, fedakarlığın yaygınlaşması ve insanların huzur ve refah içinde mutlu yaşaması için vakfetmiş olan müvekkil Adnan Oktar, insanları güzel ahlaktan alıkoyan maddi manevi her tehlikeye de dikkat çeken bir insandır. Sevgisizlik, öfke ve kin gibi kişilerin kendi ruh sağlıklarına ve toplum huzuruna zarar veren kötülüklerin temelinde hırs ve bencillik olduğunu gören müvekkil insanların bu kötülüklerden sakınabilmeleri için önemli bazı hususları halkımızın bilgisine sunmayı önemli görmektedir. Bunların başında da ülkemizin ekonomik sıkıntılarla imtihan olduğu, afetler ve doğal felaketlerin yaygınlaştığı, kuraklık sebebiyle kıtlığın baş gösterdiği, iç ve dış kargaşaların yaşandığı, maneviyatın, dayanışmanın, birlik ve beraberliğin son derece önemli olduğu bu dönemde tamahkarlık ve mal hırsının oluşturacağı tahribata karşı dikkatli olunması gerektiğini düşünmektedir.

Müvekkilin düşünce ve yorumları şöyledir:

PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE BAZI KİMSELER TAMAHKARLIK YAPARAK BÜYÜK BİR AHLAK BOZUKLUĞU SERGİLEMİŞLERDİR

"Tamah etmek", bir şeye aşırı derecede, doymak bilmez bir şekilde istek duymak, hırslı olmak, açgözlü davranmak, başkasının elinde olanlara göz dikmek anlamına gelir. Elindekilerle yetinmeyip daha fazlasını istemek, doymazlık ve aşırı istek ifade eden bir kötü ahlak özelliğidir.

Allah Kuran’da insanlara ruhen sağlıklı, dengeli, mutlu ve derinlikli yaşamanın tüm sırlarını öğretmiştir. Kuran, Allah’ın insanlara kendilerini ve diğer insanları tanımaları, iyi yönlerini geliştirmeleri, kötü yönlerini değiştirmeleri ve mutluluklarını ellerinden alabilecek hususlara karşı da nerelerde nasıl tedbir alabileceklerini öğrettiği çok kıymetli bir rehberdir.

Kuran’da insanları kötülüğe iten en temel sebeplerden birinin mal hırsı olduğu bildirilmiştir. Gerçekten de gelecek korkusu, yığıp biriktirme tutkusu ve mala düşkünlük insanların birçoğu için önemli bir imtihan olmaktadır. Bir ayette şöyle bildirilmiştir:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Bir başka ayette ise Allah mal hırsının ve tamahkarlığın insanları Allah’ı anmaktan, dolayısıyla güzel ahlaklı, fedakar, tevekküllü, teslimiyetli, mutmain, kalender, diğerkâm olmak gibi güzelliklerden alıkoymaması gerektiğine dikkat çekmiştir:

Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)

Görüldüğü gibi ayetlerde mala “tutkulu” bir düşkünlük ve hatta şehvet duygusunun nefislerde olan bir kötülük olduğu ifade edilmiştir. İnsanların mala ve dünya hayatına düşkünlüğünün en önemli işaretlerinden biri ise tamahkarlıktır. Tamahkarlık insanı çok küçük düşüren ve dışarıdan bakanlar için çok itici görünen bir haldir. ÇÜNKÜ TAMAHKARLIK, İNSANIN GERÇEKTE BİR İHTİYAÇ HALİNDE OLMAMASINA RAĞMEN, KENDİ GELİRİ, KAZANCI, GÜNLÜK HAYATINI DÜZGÜN OLARAK DEVAM ETTİREBİLECEK İMKANLARI OLDUĞU HALDE, “FIRSATLARI DEĞERLENDİRMEK” GİBİ ÇİRKİN BİR UYANIKLIKLA VE HIRSLA HEP DAHA FAZLASINI İSTEMESİDİR.

Bu tavır bozukluğunu gösteren kişilerin Peygamberimiz (sav)’e hayatı boyunca zorluk çıkardıkları hadislerde anlatılan vakalardan anlaşılmaktadır.

Amr İbni Tağlib şöyle dedi:

Resûlullah (sav)’ ganimet malları getirilmişti. O bunları kimine verip kimine vermemek suretiyle dağıtmıştı. Mal vermediği kişilerin ileri geri söylendikleri kendisine ulaşınca, Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:

Allah’a yemin ederim ki, ben kimilerine veriyor, kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler, verdiklerimden bence daha sevgilidir. Ben bazı kimselerin kalbinde sabırsızlık ve tamah gördüğüm için veririm. Bazı kimseleri de, Allah’ın  kalblerinde yarattığı kanaat ve hayırla baş başa bırakırım…” (Buhârî, Cum’a 29, Humus 19, Tevhîd 49)

Hadiste dikkat çeken önemli hususlar vardır:

  1. Peygamberimiz (sav)’in bir hikmet ve hayırla mal vermedikleri, Peygamberimiz (sav) hakkında ileri geri söylenme pervasızlığında bulunmuştur.
  2. Peygamberimiz (sav) gibi nur ahlaklı, temiz huylu ve keskin vicdanlı bir insanın gıyabında, Allah’ın “habibim” dediği seçkin kulu hakkında sırf istedikleri menfaati elde edemedikleri için söylenmişlerdir.
  3. Peygamberimiz (sav) mal vermediği kimseleri daha sevgili gördüğünü söylemiştir. Bu, mal hırsı olmayan kişilerin güzel ahlakını gösterdiği gibi, Peygamberimiz (sav)’in mal verip vermemesinde bilinmeyen birçok hikmet ve hayrı olduğunun göstergesidir.
  4. Elbette Peygamberimiz (sav)’in samimi olanlara verdikleri her zaman hayırlı bir lütuf niteliğindedir. Ancak bazı kimselere sürekli mal veriyor olması bu kişilerin tamahkar ve hırslı olduklarını görmesinden, bu kötü ahlaklarından dolayı Müslümanlara ve İslam’a zarar verme risklerini ortadan kaldırmak istemesinden kaynaklanmaktadır.

Çünkü tamahkar insanların menfaatleriyle çatışan durumlarda tek amaçlarının istediklerini elde etmek olduğu ve bunun için de kontrolsüzce her yola başvurabilecekleri bilinen bir durumdur. İlerleyen sayfalarda daha detaylı izah edeceğimiz üzere, Peygamberimiz (sav) bu kişilere karşı isteklerini yerine getirerek yatıştırıcı bir yöntem kullanmıştır. Böylece bu kişilerin verecekleri potansiyel zararı izale etmiştir.

Peygamberimiz (sav) döneminde örnekleri görüldüğü üzere tamahkarlar; savaşın en şiddetli zamanında, Peygamberimiz (sav)’in müşrikler tarafından çok baskı altına alındığı anlarda, hiçbir ihtiyaçları olmadığı halde sırf açgözlülükten sürekli maddi bir talepte bulunarak nesiller boyunca ibretle anılan insanlar olarak tarihe geçmişlerdir.

Ancak bu insanlar, nefislerindeki mal hırsı, dünya tutkusu, kıskançlık, haset, daha fazlasını elde etme arzusu gibi kötülüklere teslim olmaları sebebiyle düştükleri utanç verici hali bir türlü anlayamazlar. Daha da vahim olanı ise bilinçaltlarında Peygamberimiz (sav)’e ve Müslümanlara duydukları gizli öfkenin neticesinde, bitmek bilmeyen talepleri ve ısrarlarıyla Resulullah (sav)’e rahatsızlık verme amacında olmalarıdır. Kendi kazandıkları ya da sahip oldukları geliri kullanmayıp, harcamayıp, biriktirip, Peygamberimiz (sav) ve sahabenin İslam’ın tebliği ve müşriklerin saldırılarına karşı alınacak askeri tedbirler için kullanacakları paradan kendi keyifleri için durmadan pay isteyenler çok büyük bir vebal üstlenmişlerdir. Bu kişilerde malı biriktirip yığmak hastalıklı bir tutku olduğundan Peygamberi (sav)’i de kendileri gibi sanmakta, mutlaka bir şekilde biriktirdiği mal olduğuna inanmakta ve bir köşede gizlice biriktirildiğine inandıkları maldan kendilerine verilmediği için öfke duymaktadırlar. 

Tamahkar insanların ahlaksızlıklarının büyük olmasının nedeni bu tavrın birçok yönden kötülük içermesinden kaynaklanmaktadır.

  • Bir yönü, Peygamberimiz (sav)’in güzel ahlakından ve cömertliğinden emin olup bunu suiistimal etmeye çalışmalarıdır. Bir yokluk ya da ihtiyaç içinde olduklarında onlar için tüm imkanları seferber edeceğini bilmektedirler. Bu nedenle de Peygamberimiz (sav) ve müminlerin iyi niyetini ve merhametini kötüye kullanmaya çalışırlar.
  • Diğer yönü, Peygamberimiz (sav)’in tamahkarlıklarına karşı bir tepki veremeyeceğini düşündükleri anlarda, zor dönemleri fırsat bilip, Müslümanların imkanlarından en fazlasıyla faydalanmaya çalışmalarıdır.
  • Bir başka yönü de, kendi biriktirdikleriyle ev, binek, arsa, arazi, kıyafet vs alıp, yiyip içip gezip eğlenen insanlar olarak Peygamber (sav)’in vereceğine ihtiyaçları yoktur. Ama Peygamberimiz (sav)’den sürekli bir şeyler alarak kar ettiklerini düşünmektedirler.

Oysa tüm Müslümanların, mazlumların, yoksulların hakkı ve payı olan, İslam’ın menfaati için harcanması gereken malı uyanıklık yaptığını düşünerek kendi keyfi, rahatı ve menfaati için kullanmaya çalışana Allah asla huzur ve rahat vermez. Biriktirip yığdığı hastane parası olur, Müslümanları dara düşürmeye çalışırken kendi dara düşer. Nitekim Peygamberimiz (sav) de “Şayet bir kimse tamahkar olursa zelil olur. Bir kimse kanaat ederse o insan şerefli ve güçlü olur” buyurmuştur.

Dünyada sadece cennete hazırlık için bulunduğunu, derin, asil ve kaliteli bir ruh kazanmak için eğitilmekten başka dünyanın bir kıymeti olmadığını, malın sahibinin Allah olduğunu, evler arabalar kıyafetler mücevherler vb dünyaya dair tüm nimetlerin hepsinin geçici olduğunu, kalıcı olan tek şeyin iman ve derinlik olduğunu bilen ve düşünen salih bir Müslümanın ise tamahkar olması asla mümkün değildir.

1.  PEYGAMBERİMİZ (SAV) TAMAHKARLIĞI VE MAL HIRSINI ÇOK BÜYÜK BİR TEHLİKE OLARAK GÖRMÜŞTÜR

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde mal hırsını ve tamahkarlığı Müslümanlar için en önemli tehlike olarak gördüğünü söylemiştir:

Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır. (Tirmizî, Zühd, 26)

Kuşkusuz bu Peygamberimiz (sav)’in tüm Müslümanlara çok önemli bir uyarısıdır. Hadislerden ve İslami kaynaklarda yer alan bilgilerden de görüldüğü gibi, Peygamberimiz (sav)’e hayatı boyunca en çok zorluk çıkaran insanlar tamahkarlık yapanlar olmuştur. Kimi zaman savaşın en zorlu anlarında, kimi zaman ganimetlerin paylaşımı sırasında, kimi zaman tebliğ faaliyetlerinde, kimi zaman da eşleri arasında hep daha çok mal isteyerek Peygamberimiz (sav)’i zor durumda bırakmışlardır. Bu kişilerin tamahkarlıkları nedeniyle sebep oldukları karışıklıklar ve fitneler ciddi sorunlara sebep olmuş, Peygamberimiz (sav) çoğu zaman bu olaylar sebebiyle İslam’ı tebliğe ayırması gereken vaktini bu kişilerle uğraşmaya ayırmak zorunda kalmıştır. Bu konuda sık sık da Müslümanları uyarmıştır:

Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki kurdun koyunlara verdiği zarar, servet ve mevki düşkünlerinin dinine verdiği zarardan daha büyük değildir. (Tirmizi 30) 

İnsan oğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenlerin tevbesini Allah kabul eder. (Buhari, Rikak 10)

Kuran’da da bazı insanların mal hırsının mezara kadar devam ettiği, adeta gözü dönmüş bir tamahkarlık içinde oldukları haber verilmiştir:

(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü. (Tekasür Suresi, 1-2)

Gerçekten de Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan olaylara ve Kuran’daki ayetlere bakıldığında mala tamah edenlerin varlığının ve bu kişilerin gösterdiği ahlak bozukluklarının Peygamberimiz (sav) gibi güzeller güzeli bir insana sürekli zorluk çıkardığı açıkça görülmektedir. Öyle ki Peygamberimiz (sav)’in hanımlarından bir kısmının ve en yakınında olan bazı kişilerin dahi zaman zaman dünya hırsıyla tamahkarlık eğiliminde oldukları görülmektedir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki Peygamberimiz (sav)’in hanımları tüm Müslümanların annesi hükmündedir ve mübarek insanlardır. Sahabe de tüm Müslümanlara örnek salih müminlerdir. Ne var ki bu güzel insanların arasında da zaman zaman tavır bozuklukları gösterenler olmuştur.  Hataya düşen kişilerin varlığı onların temiz ahlakını ve onurunu asla lekelemez. Hataya düşenlerden ise kimi tevbe etmiş tavrını hemen düzeltmiş kimi ise yanlışında ısrarcı olmuş ve ahirette mahcup olacağı bir konuma gelmiştir.

Bahsettiğimiz bu kişilerin, aralarındaki dünya rekabetinin ve hırslarının Peygamber (sav)’e olan sevgilerinden, bağlılıklarından, sadakatlerinden daha önemli hale geldiği ve Allah’ın sonsuz büyük gücünden, kudretinden, hakimiyetinden gaflete düştükleri zamanlar olmuştur. Tüm bu örnekler günümüzde de Müslümanların benzeri duruma düşmekten sakınmaları için birer ibrettir.

1.1   Peygamberimiz (sav)’in Yanındaki Bazı Kimseler Mala Düşkünlük Göstermiş Peygamberimiz (sav) ise Yüksek Ahlakıyla, Şefkat ve Merhametle Bu Kişilerin Bozuk Ahlaklarını Düzeltmek İstemiştir

Peygamberimiz (sav)’in merhameti, şefkati ve cömertliği çarpıcı bir güzelliktedir. Kendisini tanıyanlar, yakınında olanlar, bir kez bile görenler dahi bu güzel ahlakını bildiklerinden, onun hiçbir zaman kendilerini mahcup etmeyeceğinden, her zaman cömert ve merhametli davranacağından, mutlaka affedici olacağından emin olduklarından zaman zaman cehaletle kimi zaman da şeytani bir dürtüyle Peygamber (sav)’den sürekli talepkar olmuşlardır.

Resulullah (sav)’in nezaketi, şefkati ve merhametinin bazı kimseler tarafından ısrarcılıkla, içinde bulunduğu hali anlamazdan gelmeyle, bencillikle ve talepkarlıkla suiistimal edilmek istendiğine dair İslam tarihinde çok örnek bulunmaktadır.

Bu kişilerin ısrarcılığının, talepkarlığının ve tamahkarlığının temelinde Peygamberimiz (sav)’in kendilerine güzel ahlakla davranacağından emin olmaları vardır. Aynı ısrar ve tamahkarlığı Mekkeli müşriklerin önde gelenlerinden birine, devrin büyük bir iş adamına, ekabir ve makam sahibi bir kişisine, hatta varlıklı olan kendi öz akrabalarına dahi yapmaları ise tahayyül dahi edilemez. Çünkü bu kişilerin kendilerine vereceği karşılığın nasıl sert, katı ve acımasız olacağını onlar da çok iyi bilmektedirler.

Peygamberimiz (sav)’in ısrarcı taleplere rağmen güzel sözle ve şefkatle karşılık verdiğini gösteren olaylardan biri şöyledir:

Hakîm b. Hizâm (ra) anlatıyor: “Resûlullah’tan (sav) (Huneyn ganimetlerinden) istedim, bana ondan verdi. Sonra yine istedim, yine bana verdi. Sonra tekrar istedim bu defa da verdi. Sonra şöyle buyurdu: ‘Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.’” (Buhârî, Zekât, 50)

Burada anlatılan örnek çok önemlidir. AYNI KİŞİ ISRARLA HEP GANİMETTEN PAY İSTEMİŞTİR. PEYGAMBERİMİZ (SAV) HER İSTEDİĞİNDE VERMİŞ AMA BU KİŞİ TATMİN OLMAMIŞ İSTEMEYE DEVAM ETMİŞTİR. TAMAHKAR İNSANLARIN EN DİKKAT ÇEKİCİ ÖZELLİKLERİ KENDİLERİNE VERİLENLE BİR TÜRLÜ TATMİN OLMAMALARI, SÜREKLİ KIYAS YAPIP KENDİLERİNE DAHA FAZLA VERİLMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNMELERİ, HER DEFASINDA TALEP EDECEK YENİ BİR ŞEY BULMALARI, HİÇBİR İHTİYAÇLARI OLMADIĞI HALDE SIRF DAHA ÇOK ALABİLMEK İÇİN HAREKET ETMELERİDİR. Tamahkar kişinin edindikleriyle ve aldıklarıyla tatmin olması da mutlu olması da hiçbir zaman mümkün olmaz.

Sahabe içinde bazı bilgisiz ve cahil insanların yemek zamanında dahi Peygamberimiz (sav)’in evinde bulundukları, uzun süre kalarak rahatsızlık verdikleri, Peygamberimiz (sav)’in ise yüksek ahlak ve sabırla asla bu nezaketsiz, saygıdan uzak ve kaba tutumlara karşı bir şey söylemediği Kuran’da bildirilmiştir. Bu kişiler haber vermeden Peygamberimiz (sav)’in evine gelmekte, saatler boyunca kalıp özellikle yemek saatini beklemektedirler. Peygamberimiz (sav), bu kişilerin ahlaken zayıf olduklarını detaylı olarak gördüğünden, tavırlarını eleştirecek olursa verecekleri çirkin karşılığı tahmin ettiğinden sessiz kalmıştır. Hadislerde anlatıldığı üzere, birkaç kere dışarı çıkıp girerek rahatsız olduğunu bildirmek istese de çok geç saatlere kadar Peygamberimiz (sav)’in evinde kalmıştır. (Buhârî, “Tefsîr”, 33/8)

 Allah Resulune karşı gösterilen bu kaba tutumundan razı olmadığını ayette bildirmiştir:

Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak (kı açıklamak)tan utanmaz… (Ahzab Suresi, 53)

Peygamberimiz (sav)’in nezaketinden, merhametli ve şefkatli olmasından istifade etmeye çalışanların gösterdiği tavır bozukluğunun bir diğer örneği ise şöyledir:

Bir gün, Peygamber Efendimizden (sav) mal ve para isteyen bir göçebe Arap var gücüyle elbisesinden asılıp, çeker. Peygamber Efendimiz (sav) sarsılır, elbisesinin çekildiği yere kan oturmasına rağmen adama hiç ses çıkarmaz ve adam sakinleşince;

“Bu yaptığın harekete karşı sana kısas yapılacak mı?” diye sorar.

Adam: Hayır, der.

Peygamber Efendimiz (sav): “Niçin?” diye sorar. Adam “çünkü sen kötülüğe kötülükle cevap vermezsin de ondan” diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) sadece gülümser ve adamın develerine mal yükletir. (Kadı İyaz, Şifa-i Şerif, s:107)

Görüldüğü gibi, adamın son derece uygunsuz tavır ve üslubuna rağmen Peygamberimiz (sav) gülümseyip istediği malı vermiştir. Aslında bu kişinin ana amacının kendince Peygamberimiz (sav)’i kızdırmak olduğu görülmektedir. Ancak Peygamberimiz (sav) özenle öfkeyle karşılık vermemiştir. Bunun sebebi İslam’a zarar gelmesini istememesidir. Çünkü adamın asıl istediği Peygamberimiz (sav)’in kendisine olumsuz bir karşılık vermesi ve böylece olay çıkarmak için uygun zemin bulmasıdır. Peygamberimiz (sav) eğer ona “hayır vermiyorum” dese, elbisesini ve kolunu çekiştirdiği için tepki gösterse, “Bak bana nasıl davrandı” deyip olay çıkaracaktır. Yaptığı ahlaksızlığı da makulmuş gibi göstermeye çalışacaktır. Peygamberimiz (sav) keskin aklı ve ferasetiyle bunun farkındadır. O nedenle öfkeli bir karşılık vermemiş, bu kişinin ahlaksızlığını görmüyor gibi davranmış ve istediklerini de vermiştir.

Peygamberimiz (sav) her defasında bu gibi tutumlara karşı cömert ve merhametli olmuş, bu güzel ahlakıyla da çokça sevap almıştır. Ama bu kötü ahlakı gösteren kişilerin unutmaması ve yanılmaması gereken çok önemli bir husus vardır. Peygamberimiz (sav)’in onlara karşı göstermiş olduğu sabır, nezaket, olgunluk, merhamet ve cömertlik, yaptıkları tamahkarlığın Allah Katında bir karşılığı olmayacağı anlamına gelmeyebilir. Cömertlik ve iyilik yapan güzel tutumunun karşılığını Allah’tan güzellikle alır. Allah’ın tevbe edenlerin de tevbesini kabul etmesi ve kötülüklerini örtmesi umulur. Ancak hiçbir şey olmamış gibi tamahkarlıklarının devam etmesi, Peygamber (sav)’e verdikleri rahatsızlık ve diğer insanlar için oluşturdukları kötü örnek Allah Katında sorumluluğu olan davranışlardır. Peygamber (sav)’in Allah’ın rızasına en uygun olduğu için güzel karşılık vermesi, ahirette de güzel bir karşılık alacaklarının ya da kurtuluşlarının delili değildir. Ahiretteki kurtuluş, Allah’ın kötülüğe vereceği karşılıktan sakınmaları, tutumlarını değiştirmeleri, tevbe etmeleri ve asla tamahkarlık göstermemeleriyle mümkündür.

1.2  Peygamberimiz (sav)’in Hanımlarından Bazılarının Tamahkarlık Ederek Peygamberimiz (sav)’e Rahatsızlık Vermeleri

Peygamberimiz (sav) tertemiz ve güzel ruhunun en güzel örneklerinden biri de kadınlara olan sevgisi ve merhametidir. Kadın güzelliğini, Allah’ın kadınlardaki güzel tecellilerini tüm detayları gören ve takdir eden bir ruh kalitesine ve derinliğe sahiptir. Allah bu güzel ahlakına karşılık Peygamberimiz (sav)’e birbirinden güzel ve alımlı hanımlar nasip etmiştir. Peygamberimiz (sav) de onları tutkulu bir derinlikle ve Allah aşkıyla çok sevmiştir. Ancak hanımlarından bazılarının zaman zaman bilgisizce tutum içinde oldukları, Peygamberimiz (sav)’in yüksek ahlakını takdir edemediklerini, derinliğini kavrayamadıkları ve onun tertemiz güzel sevgisinin hakkını veremedikleri de bilinmektedir. Bu durum Kuran ayetlerinde yer aldığı gibi hadislerde de detayları anlatılmaktadır.

Peygamberimiz (sav)’in hanımlarından bazılarının bu tavır bozukluğunun temelinde yatan ana konu ise tamahkarlık ve hırstır. Kimi zaman Peygamberimiz (sav)’in sevgisine karşı cahiliye ahlakından gelen bir hırs yani kıskançlık göstermişler, kimi zaman ise çok daha utanç verici bir şekilde mala ve mülke karşı gösterdikleri hırs ve tamahkarlıkla tavır bozukluğu sergilemişlerdir. Bazı hanımlarının Peygamberimiz (sav)’in etrafında toplanarak, "Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetleri isteriz." dedikleri; Peygamberimiz (sav)’in aldığı hediyeleri haşa beğenmediklerini söyleyerek iade ettikleri, daha çok altın istedikleri, kendilerine alınan yüzük altın değil diye beğenmeyip yere attıkları İslami kaynaklarda yer alan bir bilgilerdir.  Oysa hiçbir ziynetin, altının, gümüşün, evin, kıyafetin Peygamberimiz (sav)’in muazzam etkileyici sevgisinden, hatta tek bir an bir bakışından daha değerli olmadığı açıktır.

Ayette de Peygamberimiz (sav)’in hanımlarına “eğer dünya hayatını istiyorsanız” diyerek bazı hanımlarının tamahkarlıklarının boşanma sebebi olacak seviyeye kadar geldiği haber verilmektedir:

Ey peygamber, eşlerine söyle: “Eğer dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir tarzda sizi salıvereyim. Eğer siz Allah'ı, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır." (Ahzab Suresi, 28-29)

Ayetten anlaşıldığı üzere, Peygamberimiz (sav)’in bazı hanımları, Allah’ın rızası, Resulün sevgisi ve ahiretin güzel kazancını -imani zafiyet nedeniyle- yeterli görmemiş, daha çok altın, kıyafet, süs aldırmak, yemek, gezmek, eğlenmek, mal yığmak, sükse yapmak gibi hepsi dünyada kalacak geçici ve değersiz şeylere tamah etmişlerdir. Nefislerindeki bunları elde edebilmek tutkusu nedeniyle, akıllarında ve ferasetlerinde kapanma olmuş ve Allah’ın çok sevdiği ve değer verdiği Peygamberine karşı şaşırtıcı bir yüzeysellik, anlayışsızlık ve vefasızlık göstermişlerdir. Sonrasında ise, Allah’ın rahmetiyle bu yanlış tutumlarını değiştirmişler ve Müslümanlar için güzel bir örnek olarak hayatlarına devam etmişlerdir.

Bu yanlış tutumlarında etkili olan unsurlardan biri ise kendilerini ve yaşamlarını Allah’ın neyden razı olup neyi seveceğine göre değil, diğer insanların neye sahip olduklarına ve nasıl yaşadıklarına göre kıyaslamaları vardır. Elbette bu, Müslümanın asla kendine yakıştırmayacağı bir yüzeysellik ve imani ruhdan uzaklaşmadır. Her şeyin Allah’ın tecellisi olduğunu, Allah’ın sevgisiyle ve sanatıyla her şeyi kuşattığını, dünya hayatının tamamının tüm detaylarıyla sadece bir eğitim yeri olduğunu, müminin buradaki varlık amacının cennet kalitesinde bir iman derinliği, ruh kalitesi ve sevgi gücü elde etmek olduğunu bilen bir müminin kendisini kimin ne giydiği, ne taktığı, nereye gittiği, ne yediği ne içtiği, nasıl bir evde yaşadığıyla kıyaslayarak hayatını belirlemeyeceği açıktır. Mümin bir kıyas yapacaksa bunun ölçüsü sadece Peygamberler ve veli kulların üstün ahlakları ve vicdanları olabilir. İmreneceği tek şey de onların derin akılları, fedakarlıkları, tevazuları, sevgi derinlikleri ve yüksek ahlakları olabilir.

Peygamberimiz (sav) son derece cömert ve hanımlarına da en güzel ve rahat imkanları sağlayan bir insandır. Ancak savaş koşullarının olması, İslam’ın tebliğinin önceliği, Müslümanların büyük kısmının evlerinden ve yurtlarından sürülmüş olması, Müslümanlara ekonomik ambargo uygulanması gibi sebeplerle bir harcama yapılacağı zaman öncelik İslam’ın menfaatini Müslümanların canını korumak olmuştur. Müslümanların savaşta kendilerini müşriklerin oklarından korumak için zırh, sefere çıkabilmek için at almaları için harcanacak paradan hanımlarından bazılarının kendileri için altın yüzük alınmasını istemeleri çok büyük bir vicdan noksanlığıdır. Takacağı bir ziyneti, Müslümanların can güvenliğini, İslam’ın tebliğini, darda olan Müslümanların kurtuluşundan önemli görmek bir Müslümanın şiddetle sakınacağı vahim bir yanlıştır.

Burada önemli olan bir husus da savaş koşullarında Peygamber (sav)’in uğraşması gereken çok sayıda konu varken, onlarca farklı yönden saldırı altındayken altın, kıyafet, mal, mülk, imkan elde etme ısrarında bulunulmuş olmasıdır. Her yönden Müslümanlara karşı atak varken Peygamberimiz (sav)’in yeni bir sorun daha çıkmaması için titiz davranacağı, kendisine gelen tüm talepleri yerine getirmeye çalışacağı açıktır. Söz konusu hanımlar da bu durumdan istifade etmeye yeltenerek çok utanç verici bir hale düşmüşlerdir. Sonradan hatalarını anlamış olmaları ve düzeltmeleri ise kıymetlidir. Allah bağışlayıcıdır. Bu tip hatalar müminlerin tekrar benzerinin yaşanmaması için örnek olarak yarattığı son derece hikmetli olaylardır.

1.3  Peygamberimiz (sav)’in İslam’ın Menfaatini Düşünerek Yaptığı Harcamaların Hikmetini Anlamamaları

Peygamberimiz (sav)’in çevresindeki bir kısım insanların onun yaptığı harcamalardaki hikmetleri göremedikleri anlaşılmaktadır. Kuran’da ganimetlerle ilgili indirilmiş olan ayetler bazı kimselerin “kendilerine verilmeyip başkalarına verilmesi” konusunda güzel olmayan tutumlar sergilediklerini ortaya koymaktadır. Örneğin Enfal Suresi’nin 1. Ayetinde, bu kimselerin sık sık ganimetler hakkında sorular sordukları görülmektedir:

Rasûlüm! Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki: “Ganimetler Allah’a ve Rasûlü’ne aittir. Öyleyse gerçekten mü’min iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızda anlaşmazlığa yol açan hususları düzeltin, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin!”

 Bu soruların Müslümanların sahip oldukları imkanların nereye nasıl harcandığı ve niye oraya harcanıp kendileri için harcanmadığı gibi konularda olduğu ve bu şekilde Peygamber (sav)’e zorluk çıkardıkları anlaşılmaktadır.

Ayette de “Ganimetler Allah’a ve Resulüne aittir” şeklinde haber verildiği üzere, Allah’ın emrine göre malın nasıl ve kime harcanacağı tamamen Resulullah (sav)’in yetkisindedir. Peygamberimiz (sav) çok vicdanlı, Allah’tan çok korkan ve müminlere çok sevgi dolu bir insan olduğu için malının tamamını her zaman hayra harcamış ve hiçbir zaman kendine veya yakınlarına özel bir pay ayırmamıştır. Her ganimet ve kazanç, İslam için, tebliğ için, mücadele için sonuna kadar kullanılmıştır. Buna rağmen Peygamberimiz (sav) ile görüşen kişilerden bazılarının Peygamber (sav)’e yönelik “kendilerine verilmeyip Peygamberin sevdiklerine, ailesine veya bir başkasına verildiği” yönündeki itirazları her şeyden önce Allah’ın hükmüne karşı itaatsizlik olmuştur. Oysa Allah Müslümanlara, “Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan da kaçının…” buyurmuştur. (Haşr Suresi, 7)

Kuran ayetlerine göre Müslümanların ganimetlerini, mallarını ve imkanlarını ilk harcayacakları yerler;

  • İslam’ın tebliği için etkili olacak her türlü çalışma, etkinlik ve faaliyet,
  • Tebliğe giden müminlerin tüm ihtiyaçları, kıyafetleri, güzel ve etkileyici görünmeleri için sağlanacak imkanlar,
  • Müşriklerin ve kafirlerin İslam’a özenmelerini ve gıpta etmelerini sağlamak için oluşturulacak ihtişamlı ortam,
  • Kalbi İslam’a ısındırılacak olanların her türlü istek ve ihtiyacı,
  • Tüm vaktini ve enerjisini Allah yolunda harcadığı için gelir elde etme imkanı olmayan Müslümanlara yardım,
  • Peygamberin yakın akrabaları, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar, borç içinde olanlar, yardıma ihtiyaç duyanlardır. (Enfal Suresi, 41; Haşr Suresi, 6-8, Tevbe Suresi, 60)

Bahse konu kişilerin, Kuran’ın bu açık hükümlerine rağmen Peygamberimiz (sav)’in yaptığı harcamaların hayrını anlayamamalarının temel sebeplerinden biri de kafalarında bilgisizce bir kıyas yapıyor olmalarıdır. Örneğin Peygamberimiz (sav)’in tebliğde kullanmak üzere Bizans’tan cübbe yaptırıp getirdiği, o devrin en kaliteli sandaletleri olan Bizans yapımı sandaletler giydiği bilinmektedir. Yine benzer şekilde Peygamberimiz (sav), sahabeyi İstanbul’a tebliğe göndereceği zaman en alımlı, en yakışıklı, en gösterişli olan kişiyi seçmiş ve ona en şık, dönemin modasına en uygun, en kaliteli kıyafetleri giydirmiştir. Hz. Dıhye İstanbul’a vardığı zaman, halkın şıklığından ve yakışıklılığından hayrete düştüğü, insanların camlardan sarkıp onu görmeye çalıştığı İslami kaynaklarda yer alan bilgilerdendir.

Bunların her birinde Peygamberimiz (sav)’in aklı ve vicdanı vardır. Samimi bir mümin bu akla ve vicdana hayranlıkla bakar ve İslam’ın şanının şerefinin yayılmasına vesile olan her şeyden mutluluk duyar. Tamahkar insanların ise değerlendirmeleri çok yüzeyseldir. Sadece geçici dünya hayatının ölçüleri ile sınırlıdır. Bu sebeple Peygamberimiz (sav)’in yanında olanlar içinde derin düşünmeyenler de Peygamberimiz (sav)’in tebliğ için kullandığı şık kıyafetlere, en gösterişli ve alımlı sahabeyi seçip ona en güzel kıyafetler giydirmesine haset gözüyle bakmışlardır. Hiçbir ihtiyaçları olmadığı, tebliğ faaliyeti yapmadıkları, hatta çoğu zaman İslam için yapılan mücadeleden geri durmayı tercih ettikleri halde imkan sağlanması söz konusu olduğunda çirkin bir tamahkarlıkla “biz de isteriz”, “ona kıyafet alınıyorsa bize de alınsın”, “o geziyorsa biz de gezelim”, “ona verilen neden bize verilmiyor” psikolojisi içinde hareket etmişlerdir.

1.4  Tamahkarlık Bazı Müslümanların Uhud Savaşında Ganimete Tamah Edip Peygamberimiz (sav)’in Sözünü Göz Ardı Etmelerine Sebep Olmuştur

Bilindiği üzere, Uhud Savaşı’nda Müslümanlardan bazıları Peygamberimiz (sav)’in sözünü dinlemedikleri için, zaferle neticelenmek üzere olan savaş Müslümanların zahiren yenilgisiyle bitmiştir. Olayın temelinde ise bir kısım kişilerin “savaş bitti, Peygamber ve diğer müminler müşriklerin ganimetini paylaşıyor, siz neden yerinizde duruyorsunuz” diye çağrı yapmaları ve diğerlerinin de “ganimet toplamaktan geri kalmamak için, Peygamberimiz (sav)’in sözünü dinlemeyip” yerlerini terk etmeleri vardır.

İmam Buharî, Resûlullah (sav)’in okçulara şöyle talimat verdiğini aktarmaktadır: “Bizleri (yırtıcı) kuşlar kapıyor görseniz de ben sizlere haberci gönderinceye kadar asla şu yerinizden ayrılmayın. Ve yine sizler, bizim düşman kavmi bozguna uğrattığımızı ve onları çiğnediğimizi görseniz de size ben haberci gönderinceye kadar yerinizden asla ayrılmayın.” Düşman birliğinin sancaktarları öldürüldükten sonra Müslümanlar müşriklere saldırdılar büyük bir galibiyet sağladılar. Öyle ki düşman karargâhlarına kadar ilerlediler. Ne var ki, Müslümanlar savaşı tamamıyla kazanmış bir havaya girerek, kaçan düşmanı takip etmek yerine, onların savaş alanında bıraktığı mal ve eşyaları ganimet olarak toplamakla uğraştılar.

O sırada Ayneyn geçidini tutan elli okçu da arkadaşlarının ganimet topladıklarını görünce birbirlerine: “Neden hiçbir şey yapmadan burada duruyorsunuz? Yüce Allah düşmanı yenilgiye uğrattı. İşte kardeşleriniz onların karargâhından malları alıyorlar. Müşriklerin karargâhına girin kardeşlerinizle birlikte siz de ganimet toplayın.” dediler. (Buhârî, “Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer”, 124, IV, 26)

Bu durum, tamahkarlığın bir insanı ne kadar kötü bir hale sürükleyeceğinin ibret verici bir örneğidir. Peygamberimiz (sav) ve Müslümanlar canlarıyla uğraşırken onlar mal toplama peşine düşmüşlerdir. Savaş meydanındaki bir avuç maldan pay almak için Resulullah (sav)’in sözünü bir kenara bırakmışlar, savaştaki diğer Müslümanların halini ve konumunu düşünmeden silahlarını bırakıp savunmayı terk etmişlerdir.

Allah affedici ve bağışlayıcı olduğundan rahmet etmiş, bu Müslümanlara orada hemen canlarını alıp yaptıklarının karşılığını vermemiş, tevbe etmeleri için fırsat vermiş, dünyada biraz daha süre verip kendilerini değiştirmelerine imkan tanımıştır. Bu vahim hataya düşen kişilerin yaşadıkları tüm Müslümanlar için tamahkarlığın nasıl bir felaket olduğunu düşünmeleri ve görmeleri için önemli bir örnektir.

1.5  Tamahkarların Menfaatleriyle Çatıştığında Dili Sivri, Kalpleri Öfke Doludur. Fedakarlığı, Sevgiyi ve Şefkati Bilmezler

Tamahkar insanlar menfaat umdukları zaman diye halk arasında yalakalık olarak bilinen “abartılı ve gerçek dışı şekilde karşı tarafa samimiyetsizce iltifat etme” tavrı içine girerler.  Şaşırtıcı şekilde tatlı dilli olabilirler. Ancak menfaatleri ile çatıştığı zaman son derece sivri dilli ve öfkeli olurlar. Menfaat çatışması bu kişilerin üsluplarını, tavırlarını ve hayatlarını belirleyen ana konudur.  

Bu kişiler için malı yığın biriktirme hastalıklı bir tutku olduğu için, başkalarının varlıklı olması, iyi yaşaması, güzellik içinde olması içlerinde derin bir öfke oluşturur. Müşriklerin, münafıkların, kalplerinde hastalık olanların Peygamberimiz (sav)’e karşı duyduğu amansız öfkenin de temelinde aslında bu hırs vardır. Kuran’da müşriklerin “Peygamberlik Mekkeli bir yetime neden verildi, bizden birine verilmeli değil miydi?” anlamında dile getirdikleri; “Ve dediler ki: Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf Suresi, 31) ayetinde de konu aslında, “tüm mala, mülke, makama, zenginliğe, itibara bizim sahip olmamız gerekirken neden O ve yanındakiler oluyor, biz neden olamıyoruz” hırsı vardır.

Müşriklerin bu çirkin üslubu, zaman zaman dünyaya dalan ve ahireti unutan sahabe arasındaki bazı kalbi hastalıklı kişiler üzerinde de etkili olmuştur. Bu kişiler müminlerin yanındayken onlarla aynı düşünce ve inanç içinde gibi görünseler de, için için müminlere öfke beslemişler, onlara gelen her iyilikten rahatsızlık rahatsızlık duymuşlardır. Allah Kuran’da bu kişilerin içlerinde gizlediği öfkeyi Müslümanlara şöyle haber vermiştir:

Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında 'inandık' derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: 'Kin ve öfkenizle ölün.' Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Tevbe Suresi, 119)

Peygamberimiz (sav) de bu kişilerin ahlak bozukluklarını çok detaylı anlatmıştır:

Altın ve gümüş paranın, kibir ve gurur taşıyan elbisenin kulu olan helak olsun!.. Çıkar düşkünü (muhteris) kişiye (dilediği) verilirse memnun olur, verilmez ise razı olmaz (ilâhî taksim ve takdire isyan eder). (Buhârî, Rikak,10; Cihad, 70; İbn Mâce, Zühd, 8.)

Allah bu kişilerin aynı zamanda cimri, bencil ve korkak olduklarına da dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav) ve Müslümanların yanında daha çok mal ve imkan elde etmek için geldiklerinden, savaş, zorluk, hicret gibi mücadele ortamlarında kendilerini olabildiğince garanti altına almak isterler. Sahip oldukları mala zarar gelmemesi Müslümanların canını korumaktan, İslam yolunda Allah için mücadele etmekten daha önemlidir. Ama Müslümanlar zafer elde edip konu ganimetlere gelince, yani söz konusu olan maldan pay almak olduğunda çirkin bir hırs ve tamahkarlıkla ortaya çıkarlar. Keskin dilleriyle “bize de verilsin” diye ısrar ederler:

(Geldiklerinde de) Size karşı 'cimri ve bencildirler.' Şayet korku gelecek olsa, ölümden dolayı üstüne baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek sana bakmakta olduklarını görürsün. Korku gidince, hayra karşı oldukça düşkünlük göstererek sizi keskin dilleriyle (eleştirip inciterek) karşılarlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu Allah'a göre pek kolaydır. (Ahzap Suresi, 19)

Bir başka ayette ise mücadelenin en zorlu zamanında Peygamber (sav)’i ve Müslümanları yalnız bırakma vicdansızlığı gösterenleri ganimetleri paylaşmaya sıra geldiğinde koşarak geldikleri anlatılmaktadır. Peygamber (sav), Allah’ın emriyle onlara pay vermediğinde ise, Peygamber (sav) gibi yüksek ahlaklı, asil ve kaliteli bir insanın kendilerini kıskandığını iddia edecek kadar çirkinleşen bir üslup kullanmışlardır. Bu, tamahkar insanların basit karakterlerinin de ibret verici bir örneğidir:

(Savaştan) Geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: "Bizi bırakın da sizi izleyelim." Onlar, Allah'ın kelamını değiştirmek istiyorlar. De ki: "Siz, kesin olarak bizim izimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurdu." Bunun üzerine: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir. (Fetih Suresi, 15) 

1.6  Peygamberimiz (sav)’in Zor Zamanlarını Daha Çok Mal İstemek ve Sıkıntı Vermek İçin Fırsat Bilmeleri

Tamahkar insanların malı kıymetli olduğu gibi canı da çok tatlıdır. Peygamberimiz (sav) döneminde savaştan kaçınan, mücadelenin içinde yer almamak için olmadık bahaneler öne sürenler olmuştur. Eziyet gören mazlumlar, işkenceye uğrayan Müslümanlar, tutuklanan esir alınan masumlar bu kişileri pek ilgilendirmez. Mümkün olduğunca mücadele ortamının kendilerine dokunmamasını isterler. Konu açıldığında usulen “Allah kurtarsın”, “Allah yardımcıları olsun” derler ama aslında mevcut zorluk ortamının bir an önce Müslümanların lehine neticelenmesi işlerine de gelmez. Peygamber (sav)’in zorlukla mücadele ettiği dönemler bu kişiler için çıkar sağlama, menfaat edinme fırsatı olmaktadır.  Özellikle de savaşın kızıştığı, zorluğun arttığı dönemler bu kişiler için bir heyecan vesilesidir. Çünkü bu ortamı fırsat bilip daha çok isteyeceklerdir. Çünkü o koşullarda Peygamber (sav)’in bu kişilerin yaptığı fitneyi izale etmek için özel vakit ayıramayacağını, talep ettikleri her şeyin -yeni bir sorun daha çıkmasın diye- mümkün olduğunca kabul edileceğini düşünürler.

Bu sebeple Peygamberimiz (sav)’le birlikte savaşa çıkmak yerine geride kalmak için çeşitli bahaneler üretirler, oturanlarla birlikte oturmak, Resulullah (sav)’in olmadığı ortamda basit ve küçük menfaatler peşinde koşmak isterler.

“Allah’a iman edin ve Resulü ile beraber cihada çıkın” diye bir sure indirildiği zaman, içlerinden servet ve imkân sahibi olanlar savaşa gitmemek için hemen senden izin istemeye kalkar ve: “Bırak bizi, şu evlerinde oturan kadın ve çocuklarla beraber kalalım” derler. Böylece seferden geride kalanlarla beraber bulunmayı tercih ettiler ve kalplerinin üzerine mühür vuruldu. Bu sebeple onlar gerçeği ve meselenin özünü idrak edemezler. (Tevbe Suresi, 86-87)

Allah ayette bu tamahkar insanların “servet ve imkan sahibi” olduklarına dikkat çekmiştir. Bunlar için mallarının korunması ve mallarına mal katılması Allah ve Resulünden -haşa- daha önemlidir. Peygamberle birlikte savaşa gitmek demek potansiyel mal ve can kaybı olduğu gibi, Peygamber (sav)’in seferde olduğu ortamda geride olup oluşacak menfaatleri değerlendirmek de bunlar için önemlidir. Kendilerinin çok uyanık olduğu, diğer müminlerin bu fırsatı fark edip değerlendiremediği kanaatindedirler. Peygamberimiz (sav)’in ise haşa hiç bunların farkında olmadığını zannederler.

Müminler savaştan geri geldiğinde ise bizi ailemiz ve mallarımız oyaladı diye de kendilerince açıklamada bulunurlar. Bu ifade, zaruri olarak yapılması gereken ve Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği işler nedeniyle değil, dünyevi konular nedeniyle geri kaldıklarının itirafıdır.

Bedevilerden geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: 'Bizi mallarımız ve ailelerimiz uğraştırdı. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile.' Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: 'Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir? Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır.' (Fetih Suresi, 11)

Dikkat edilirse tamahkar insanların bu çirkin ahlakı büyük bir gaflet ve şuur kapanıklığının neticesidir. Bu insanlar Allah’ın Kuran’da bildirdiği fedakar, çalışkan, kanaatkar, dünyadan geçmiş, yalnızca Allah’ın rızasını ve sevgisini isteyen ahlakı bir türlü anlayamazlar. Din, iman, ahiret anlatıldığında etkileniyor gibi görünseler de “hayatın gerçeği var bir de” psikolojisinden bir türlü kurtulamazlar. Bu da muhakemelerini bozar. Peygamberimiz (sav)’in de mutlaka bir şekilde malı yığıp biriktirdiğini, bir yerde mutlaka kimse bilmese de malı olduğunu düşünürler. Oysa Peygamberimiz (sav) malı geldiği gibi harcamasıyla tanınan bir insandır. Beytülmal denilen tüm ganimetlerin ve malın tutulduğu bir ev oluşturmuş, buradan herkese bol bol dağıtmıştır.

Ancak her zaman kimin gerçekten ihtiyacı olduğunu gözetmiş ve öncelikle İslam’ın menfaatini düşünmüştür. Bu kişiler ise hiçbir ihtiyaçları olmadığı halde, zaten rahatları yerinde olduğu halde, sırf Peygamberimiz (sav)’e zorluk çıkarmak için daha çok istemişlerdir. Örneğin Peygamberimiz (sav)’le birlikte savaşa katılmadıkları halde ısrarla kendilerine deve verilmesini talep etmişlerdir. Savaşa gelmediklerine göre deveyi İslam’a hizmet için kullanmayacakları açıktır. Peygamberimiz (sav) ise çok güzel ahlaklı olduğu için ilk istediklerinde vermiş, ancak tekrar tekrar istemeye devam etmişlerdir. Deveyi alıp götürüp İslam için de kullanmadıklarından aslında müminlerin malını bir nevi gasp etmiş durumuna düşmüşlerdir. Doğal olarak da Peygamberimiz (sav) bu tamahkar kişilere Müslümanların malından vermeye razı olmamıştır. 

2.  TAMAHKAR İNSAN NELERİ KAYBEDER

Tamahkar insanın en büyük açmazı çok kazandığını zannederken telafisi olmayan kayıplar yaşıyor olmasıdır. Yok olup gidecek kendisine hiçbir şey sağlamayacak şeyler için;

  • Allah’a olan itimatını ve teslimiyetini
  • Kendine saygısını
  • Derinliğini
  • Sevgi gücünü
  • Asilliğini kaybeder.
  • Ruhu sağlıklı ve itidalli olmaz
  • Endişe, üzüntü hayatına hakim olur
  • Elindekiyle sevinmeyi ve şükrün sevinciyle yaşamayı bilmez
  • Hep daha fazlasını istemek ömür boyu bu insan için mutsuzluk demektir.

Allah’ı az andığında, Kuran’dan uzaklaştığında bir mümin için en büyük tehlike dünyanın gerçeklerine dalmaktır. Temiz imanlı samimi bir mümin yalnızca Allah için yaşar. Onun için insanlar yoktur, Allah vardır. Normalde Müslüman dünyanın geçici olduğunu bilir, ama gaflet oluştuğunda, etrafına bakar “o da yapıyor o zaman mahsuru yok”, “bu da yapıyor ben niye yapmayayım” diye düşünmeye başlar. Bu da insanı imanın temiz, berrak  ve sağlıklı ruhundan çıkarıp, her şeyin zor ve karmaşık olduğu bir dünyaya iter. Allah bu insana cennetin sırlarını kapar dünyanın zorluklarını açar. Bu kişi için ahlakı, ruhu, sevgi gücü, derinliği değil evi, arabası, kıyafeti, yemesi, içmesi önemli hale gelir. Oysa salih müminleri sıradan ve yüzeysel insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri de maldan ve dünyadan tamamen geçmiş olmalarıdır. Malını ve canını en baştan verdiğini kabul etmektir iman.

Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır… (Tevbe Suresi, 111)

Bu, müminler için ayette buyrulduğu üzere sevinç, heyecan, mutluluk duyacakları en güzel alışveriştir:

Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Allah, müminlerin Allah’ın rahmeti ve nimetiyle sonsuz zengin olduklarını, Allah’ın müminlere nasip ettiklerinin tamahkar insanların tüm toplayıp yığdıklarından kıyas dahi yapılamayacak kadar üstün, değerli ve hayırlı olduğunu haber vermiştir:

De ki: “Allah'ın ihsanıyla ve rahmetiyle, ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların toplamakta olduklarından (dünya menfaatından) daha hayırlıdır. (Yunus Suresi, 58)

Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 120)

Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine arz ederiz. 26.08.2025

Yorum Gönder

0 Yorumlar