Son Yayınlar

6/recent/ticker-posts

Fatih Altaylı’nın Youtube Kanalında Yayınlanan 19.09.2025 Tarihli Programa Müvekkil Adnan Oktar’ın Tekzibidir

Fatih Altaylı’nın YouTube kanalında “Fatih Altaylı Yorumlayamıyor: "Fatih Bey ile Röportaj" / Zülfü Livaneli yorumluyor” başlıklı ve 19.09.2025 tarihli bir program yayınlanmıştır. Bu programın ilk yarısında, halen Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Fatih Altaylı ile yapılmış bir röportaja yer verilmiştir. Röportajın 20. dakikasına yaklaşıldığında, Fatih Altaylı tutuklu bulunduğu cezaevinde kalan tanınmış kişilerden ve suçlulardan bahsederken müvekkilin arkadaş grubunun da bir dönemde orada olduğuna değinmiş ve bu esnada “Adnan Oktar Çetesi” ifadesini kullanmıştır.

Müvekkil Adnan Oktar’ın hukuksuz bir yargılamadaki haksız kararlardan birine arka çıkan bu ifadeye yönelik düşünce ve açıklamaları şöyledir:

Öncelikle müvekkil Fatih Bey’e geçmiş olsun dileklerini iletmekte, cezaevinin kendisi için bir Yusuf Medresesi olmasını, hayır ve iyiliklere vesile olmasını temenni etmektedir. Nitekim kendisinin yaşadığı tecrübeleri aktarırken kullandığı üsluptan da bu dönemin Fatih Beyin ruhunda güzel gelişimlere vesile olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ın kendisini gündelik hayatın kargaşasından, kavgalarından, hırs ve yersiz mücadelelerinden çekip düşünmek, derinleşmek, sevgiyi istemek ve anlamak için verdiği bu güzel imkanı en iyi şekilde değerlendireceğini düşünmektedir. Zira, Fatih Bey kaliteli, modern, güzel erdemlere sahip bir insandır.

Fatih Bey’in de gayet iyi bildiği ve bizzat tecrübe ettiği üzere, ülkemizde son yıllarda hukuksuz yargı kararlarına, toplumsal eşitsizliklere ve adaletsiz uygulamalara her geçen gün daha çok rastlanmaktadır. Kendisi de bir yayınında Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la bağlantılı olarak anlattığı bir konudaki asıl niyetinin çarpıtıldığını ileri sürmekte, haksız bir tehdit suçlaması nedeniyle tutuklandığını belirtmektedir.

Müvekkil, mesleğinde büyük bir tecrübeye sahip olan Fatih Altaylı’nın Sayın Cumhurbaşkanımızı tehdit etme hatasına düşeceğine inanmamaktadır. Türkiye’de çok uzun zamandır -90’lardan bu yana- özenle yürütülen toplum mühendisliğinin bir gereği olarak bir cümle üzerinden yaygara koparılması veya çok sıradan olaylara farklı anlamlar yüklenerek linç kampanyaları düzenlenmesi ve bu sebeplerle de insanların tutuklanması maalesef olağanlaşmıştır. Bu sevgisiz yöntem, toplumu birbirine düşmanca bakmaya yönlendirmekte, her kesimin diğerini ezmek ve etkisiz hale getirmek isteğini körüklemekte, bu hedef doğrultusunda hukuksuz uygulamalara başvurulmakta ve “kendinden olmayan ezildiğinde” alenen kötülük desteklenmektedir. Kanaatimizce Fatih Altaylı da bu yöntemlerin ne kadar tahrip edici ve gereksiz olduğunu çok daha iyi anlamıştır.

Haksızlıklara ve hukuksuzluklara yol açan bu anlayışın git gide daha çok kişi tarafından benimsenmesinin aksine, MÜVEKKİL ADNAN OKTAR İNSANLARIN İNANÇLARINA, YAŞANTISINA VE GÖRÜŞLERİNE ANLAYIŞLA, HAYIRLA VE İYİ NİYETLE YAKLAŞILMASI GEREKTİĞİNİ SAVUNMAKTADIR. Sadece olumlu bir bakış açısıyla bile olayların tamamen farklı değerlendirilebildiğini görmek önemlidir. Müvekkil olumlu bakış açısının her zaman barışa, huzura ve olumlu sonuçlara vesile olduğuna inanmaktadır.

Müvekkil Adnan Oktar Fatih Altaylı’nın yayınında sarf ettiği ve tutuklanmasına sebep olan sözlerine de benzer bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiği kanaatindedir. Elbette yargıya yansımış bir konuda Mahkemelerin vereceği karara saygısı sonsuzdur. Ancak adalet kişinin aynı fikri benimsemediği insanlar için de uygulanmasını talep etmesi gereken bir değerdir. Müvekkil de Fatih Altaylı’nın adaletin tecelli ettiği bir yargılamayla karşılaşmasını temenni etmektedir.

Ne var ki öte yandan Fatih Altaylı’nın özellikle gençlik yıllarında müvekkil ve arkadaşlarına karşı öfkeli bir üslubu tercih ettiği bilinmektedir. 2018’de müvekkil ve arkadaşlarına yönelik operasyon sonrasında da bunun bir kumpas olduğunu tüm açıklığıyla görmesine rağmen adaleti savunmak yerine iftiraları ve karalamaları yayınlayıp müvekkil ve arkadaşlarının linç edilmesine katkıda bulunmayı tercih etmiştir. Tüm bunlara rağmen müvekkil Adnan Oktar kendisine karşı bir kızgınlık ya da nefret beslememektedir.

Bugün Fatih Bey’in kendisi bazı sağ basının ve sosyal medya trollerinin saldırısına maruz kalmanın mağduriyetini yaşamaktadır. Kendisinin en azından sol basında cevap hakkını kullanma fırsatı, youtube kanalından sesini duyurma imkanı bulunmaktadır. Müvekkil ve arkadaşları ise sağ ve sol basının ittifakıyla, tek bir kişi bile “bu insanlara hiç kendilerini anlatma hakkı vermiyoruz, bir de onlardan dinleyelim” demeden Cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmamış bir karalama kampanyasıyla hedef alınmış, savunmalarını sosyal medyada paylaşan arkadaşları tekrar tutuklanmış, maruz kaldıkları hukuksuzlukları anlatan arkadaşları hakkında “halkı kin ve nefrete tahrik etme” suçlamasıyla soruşturmalar açılmış, adeta Roma döneminde halkın galeyanıyla arenaya atılıp linç edilenler gibi linç edilmeye çalışılmıştır. Müvekkil ve arkadaşları vicdanen masum olduklarını bildiklerinden, yasalar nezdinde hiçbir suç işlemediklerinden, böyle bir kumpasın hedefi olmaktan bir rahatsızlık duymamaktadırlar. Bilakis tüm bu hukuksuzlukların kendi hayatlarında çok büyük hayırlarını ve güzelliklerini görmüşlerdir. Ancak Türkiye’nin geleceği ve insanların mutluluğunu düşündüklerinden hukuksuzluğa destek olmanın oluşturacağı felaketler konusunda uyarıda bulunmayı sorumluluk olarak görmektedirler.

Her kim olursa olsun ve koşullar ne olursa olsun müvekkil, kendi arkadaş grubuna karşı kullanılan saldırgan, linç edici, yaygaracı, suni suçlar üretmeye ve ezmeye yönelik üslupların kimseye karşı kullanılmaması gerektiğini savunmuştur. Bu tür yaklaşımların insanları gerdiğini, kutuplaştırdığını, mağduriyetlere ve zulümlere zemin hazırladığını hatırlatmaktadır. Toplumsal olaylarda, belli kişi ve toplulukların hedef haline getirilmek istendiği durumlarda toplumu germeyecek, bölmeyecek, çatıştırmayacak açıklamalarda bulunulması gerektiğini ifade etmektedir.

Şu an Silivri’de tek kişilik kaldığı hücreden çok daha zorlu koşullarda, Van, Erzincan, Antalya, Burdur, Konya, Kütahya, Samsun gibi Türkiye’nin dört bir yanında, hücrelerde ve kalabalık koğuşlarda tutulan, içlerinde kanser hastaları olan, devlet hastanesi cezaevinde kalamaz raporu verdiği halde tahliye edilmeyen, ailelerinden kalma 70-80 yıllık şirketlerine ve emekli maaşlarına dahi örgütsel gelir denilerek el konulan, 61 ailenin çocuklarının yaşadıklarına dayanamayıp vefat ettiği müvekkil ve arkadaşlarından bahsederken FATİH BEY’İN “ÇETE” TANIMLAMASINI KULLANMASI KANAATİMİZCE YAKIŞIK ALMAMIŞTIR. MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI, FATİH ALTAYLI’NIN BİZZAT KENDİ AĞZINDAN, MİLYONLARIN GÖZÜ ÖNÜNDE ÇIKAN VE TUTUKLANMASINA SEBEP OLAN CÜMLELERİ ÖNE SÜREREK KENDİSİ İÇİN “CİNAYET AZMETTİRİCİSİ” DEMEMEKTEDİR. Olması gereken de budur. Fatih Bey nasıl kendisinin maruz kaldığı hukuksuzlukları görüp hakkında adil bir değerlendirme yapılmasını arzu ediyorsa, aynı adil ve hakkaniyetli üslubu kendisi de başkaları için kullanmakta öncü olmalarıdır. Adalette öncülük Fatih Bey’in kişiliğine yakışandır.

KENDİSİ BİZZAT HUKUK SİSTEMİNİN BAZI DURUMLARDA NASIL KANUN DIŞI BİR İŞLEYİŞE SAHİP OLDUĞUNA ŞAHİT OLAN BİRİ OLARAK MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI HAKKINDAKİ “SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜ” SUÇLAMASININ DA ASILSIZ OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLMEKTEDİR. BİLE BİLE, VİCDANININ SESİNİ SUSTURUP KALABALIĞA UYARAK YORUM VE DEĞERLENDİRMELERDE BULUNMAK BİR İNSANIN KENDİSİNE YAPACAĞI EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR. ÇÜNKÜ ALLAH KORUSUN İNSANIN VİCDANINI ÖRTMESİ, SEVGİ DUYARLILIĞINI, İYİLİĞİNİ, GÜZEL YAŞAMASINI DA KENDİ ELLERİYLE YOK ETMESİ ANLAMINA GELİR. FATİH BEY’İN BÖYLE BİR DURUMA DÜŞMEKTEN İMTİNA EDECEĞİNE VE VİCDANLI, ADİL, ANLAYIŞLI BİR ÜSLUBU ESAS ALACAĞINA GÜVENİMİZ VARDIR. 

Sonuç olarak, hangi kesimle ilgili olursa olsun adaletsizliklere ve hukuksuzluklara karşı hep birlikte karşı durulmazsa, yani her farklı kesim sadece kendi taraftarlarının haklarını önemserse, adaletin tecelli etmesi için gayret göstereceğine ideolojik husumetle adaletsizliği alkışlarsa yaşanan olumsuzlukların yakın zamanda daha şiddetleneceğini tahmin etmek zor değildir. FATİH BEY ŞU ANDA KENDİSİNİ DE KUŞATAN ADALETSİZLİĞİN VE HUKUKSUZLUĞUN TAŞLARINI DÖŞEMEK YERİNE, BUGÜNE KADAR GENİŞ BİR KESİMİN BELKİ DE BİRBİRİNDEN ÇEKİNEREK BENİMSEDİĞİ YOL VE YÖNTEMİ BİR KENARA BIRAKIP, BAMBAŞKA YEPYENİ BİR ÜSLUBU KULLANACAK CESARETTE BİR İNSANDIR. İLERLEYEN YAŞININ DA KAZANDIRDIĞI OLGUNLUKLA, TÜM BASINA ÖRNEK OLACAK SEVECEN, YATIŞTIRICI, ANLAYIŞLI, GALEYANA GELMEYEN VE GETİRMEYEN BİR ÜSLUBU BENİMSEDİĞİNDE HEM VİCDANEN ÇOK RAHAT ETMENİN TARİFSİZ KONFORUNU YAŞAYACAK HEM DE ÜLKESİNE ÇOK BÜYÜK BİR HİZMETTE BULUNMUŞ OLACAKTIR.

Bu vesileyle tekrar, Fatih Altaylı’ya sıkça şikayetçi olduğu hukuksuzlukların sadece kendisinin ve kendisine yakın gördüğü kesimlerin başına gelmediğini yeniden hatırlatmak isteriz. Belki Fatih Altaylı birkaç ay içinde tahliye olacaktır, ancak Türkiye’de yıllardır adaletin tecelli etmesini bekleyen çok sayıda tutuklu ve hükümlü vardır. Nitekim bunlardan bir bölümü de müvekkil ve arkadaşlarıdır. Hukuksuz yöntemlerle Türk toplum yapısını şekillendirmek isteyenler müvekkil ve arkadaşlarının haksız şekilde tutuklanmalarına, aleyhlerinde hukuka aykırı mahkumiyet kararları alınmasına neden olmuşlardır. Aynı zamanda onların cezaevinden çıkamamaları için türlü oyunlar oynamaya da devam etmektedirler. Çok sayıda insan bu anlattıklarımızın farkındadır, ancak korku, menfaat ve ideolojik husumet gibi etkenler şahit olunan adaletsizliklerin gündeme getirilmesine engel olmaktadır. Türkiye’nin bugünkü en büyük sorunu da zaten budur.

Her ne kadar Fatih Altaylı müvekkilin arkadaş grubunu “çete” olarak tanımlamış olsa da, Adnan Oktar Davası’ndaki silahlı suç örgütü iddialarına yönelik verilen mahkumiyet kararları sadece husumetli insanların ve onların tehdit ederek ifade vermeye zorladıkları kişilerin asılsız suçlamalarına dayanmaktadır.  Ayrıca ortada SİLAHLI BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞI, SADECE SANIKLAR TARAFINDAN DEĞİL DOSYAYA MÜTALAALARINI SUNAN PROF. DR. İZZET ÖZGENÇ, PROF. DR. AHMET GÖKÇEN, PROF. DR. ÜMİT KOCASAKAL, PROF. DR. OSMAN CAN, PROF. DR. MAHMUT KOCA GİBİ DUAYEN HUKUKÇULAR TARAFINDAN DA SOMUT DELİLLERİYLE ORTAYA KONULMUŞTUR. İlerleyen bölümlerde bu mütalaalardan bazı örneklere yer verilecektir. Ancak maalesef siyasi ve ideolojik hesaplara hizmet eden davalarda deliller sadece komplocuların işine geldiği şekilde değerlendirildiğinden, Adnan Oktar Davası’nda da önceden planlanmış, müvekkil ve arkadaşlarının uzun yıllar hapiste kalmasına yetecek bazı mahkumiyet kararları hukuk göz göre göre çiğnenerek verilmiştir.

Bununla birlikte 2025 yılı itibariyle; müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında ortaya atılan ağır suçlamalar arasındaki;

  • FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM ETMEK (TCK 220/7) 
  • SİYASAL VE ASKERİ CASUSLUK (TCK 328) 
  • RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK (TCK 204) 
  • RESMİ BELGEYİ BOZMA, YOK ETME VEYA GİZLEME (TCK 205) 
  • EŞYAYI, ALDATICI İŞLEM VE DAVRANIŞLARLA GÜMRÜK VERGİLERİNİ KISMEN VEYA TAMAMEN ÖDENMEKSİZİN ÜLKEYE SOKMA (5607 SAYILI KANUN 3/18) 
  • NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK (TCK 158) 
  • SUÇTAN KAYNAKLANAN MALVARLIĞI DEĞERLERİNİ AKLAMA (TCK 282) 

SUÇLAMALARININ TAMAMININ BERAAT KARARI İLE  SONUÇLANDIĞINI DA BELİRTMEMİZ GEREKİR.

ADNAN OKTAR DAVASINDA BUGÜNKÜ HUKUKSUZLUKLARIN HALKA KABUL ETTİRİLMESİ OPERASYONU YAPILMIŞ, BUGÜN YAŞANANLARI O GÜN BU HUKUKSUZLUKLARI DESTEKLEYEN VE ALKIŞLAYANLAR İNŞA ETMİŞTİR

GÜNÜMÜZDE FATİH ALTAYLI’NIN DA PROGRAMLARINDA SIKÇA ELEŞTİRDİĞİ HUKUKSUZLUKLARDAN ÇOĞUNUN ADETA PİLOT UYGULAMA OLARAK, BİLİNÇLİ BİR PROJE ŞEKLİNDE ADNAN OKTAR SORUŞTURMASIYLA BİRLİKTE HAYATA GEÇİRİLDİĞİNİ BELİRTMEMİZ GEREKİR. Ancak o dönemde yapılanlara ve benzerlerine ses çıkarılmamış, hatta tam tersi alkışlanmış olması, bunların git gide yayılmasında ve günümüz Türkiye’sinin koşullarına ulaşılmasında önemli faktörlerden biri olmuştur.

Fatih Altaylı’nın da sıkça gündeme getirdiği Ekrem İmamoğlu Soruşturması’nda özellikle muhalif kesimler tarafından eleştiri konusu yapılan uygulamalarla bazı kıyaslamalar yaparak bugünlere Adnan Oktar Soruşturması’ndan başlanarak gelindiği açıkça görülmektedir:

Görüldüğü gibi Ekrem İmamoğlu’nu da kapsayan soruşturmalardaki işlemlerin aynısı (bahsettiklerimiz dışında başka benzerlikler de vardır), hatta burada konumuz dışı kaldığı için anlatmamızın bir gereği olmayan daha fazlası müvekkil ve arkadaşlarıyla ilgili yargılama sürecinde de gözlemlenmiştir.

Müvekkil Adnan Oktar farklı taraflara yönelik tutumların birbirine bu kadar benzediği olaylarda, tek tarafın haklarını savunup diğer tarafın haklarını görmezden gelmenin doğru, vicdanlı ve mantıklı bir tutum olmadığını düşünmektedir. Burada şu ayırımın yapılması da gerekmektedir: Bir kimse suçlu olsa bile o kimsenin suç işlemesi ayrı, maruz kaldığı hukuksuzluklar ayrı değerlendirilmelidir. KALDI Kİ MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ SUÇ İŞLEMEDİĞİNİN YÜZLERCE SOMUT DELİLİ VARDIR. TÜRKİYE’NİN TÜM ÖNDE GELEN HUKUKÇULARI DA AYNI KANAATTEDİR. Suçlu bir insanın haklarının savunulmasının da, onun işlediği suçun savunulması anlamına gelmeyeceği açıktır. Bu yüzden hiç kimsenin hukuksuzluğu savunması için bir bahanesi yoktur. ÜSTELİK BUGÜN HALEN YARGILAMASI DEVAM  EDEN BAZI SİYASİ DAVALARDA KİŞİLERİN BİRTAKIM SUÇLARI İŞLEMİŞ OLDUKLARININ İSPATLANMASI DA MUHTEMELDİR. Herhangi bir insan suç işlemesinden veya suç işlediğinin sanılmasından dolayı, hiçbir yaptırımla karşılık bulmayan aleni kanunsuz eylemlere maruz kalıyorsa, onun yaşadığı ülkede diğer alanlarda hiçbir haksızlığa izin verilmiyor olsa dahi hukuk devletinden bahsedilemez. O halde yapılması gereken her kişi için her durumda hukukun uygulanmasını savunmaktır.

Adnan Oktar Davası dosyasında BAŞTAN SONA DÜŞMAN HUKUKU UYGULANMIŞTIR. BU DOSYA, DAHA YARGILAMANIN HEMEN BAŞINDA İSTANBUL 30. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN HEYETİNİN DAĞITILIP ÖZEL HEYETİN ATANDIĞI BİR DOSYADIR Kİ, BU GELİŞMEYLE BİRLİKTE DOĞAL HAKİM İLKESİ DE İHLAL EDİLMİŞTİR.

Hem ana dava dosyasında hem de devamlılık denilen dosyaların aşamalarında müvekkil ve arkadaşlarının HİÇBİR DELİLİ VE SAVUNMASI HEYETÇE DİKKATE ALINMAMIŞ, TANIK DİNLETMELERİNE İZİN VERİLMEMİŞ, BİLİMSEL MÜTALAALAR YOK SAYILMIŞ, bunlar esas hakkındaki mütalaalarda ve gerekçeli kararlarda tartışılmamıştır. Duruşmalar ardı ardına yapılmış, alelacele şekilde akşamın geç saatlerine kadar sürdürülerek sanıkların psikolojik ve fiziksel olarak yıpranmalarına çalışılmıştır. SAVUNMANIN TÜM TALEPLERİ REDDEDİLMİŞ, HAKLILIĞINI ORTAYA KOYACAK TANIK İFADELERİNİN VE BAZI DELİLLERİN DOSYAYA GİRMESİ ÖZELLİKLE ENGELLENMİŞTİR. SAVUNMALAR HEYET TARAFINDAN GETİRİLEN DAKİKA SINIRLAMALARIYLA KISITLANMIŞTIR. BİNLERCE YILLIK CEZAYLA, 33 AYRI KANUN MADDESİYLE YARGILANAN SANIKLARA, YÖNETİCİLİK İSNADI OLANLARA 1 SAAT, ÜYELİK İSNADI OLANLARA İSE 30 DAKİKA GİBİ SAVUNMALARINI YAPMALARI İMKANSIZ OLAN SÜRELER VERİLMİŞTİR. Yargılama ekseriyetle müvekkil ve arkadaşlarının kanunen hiçbir suç içermeyen, tamamı anayasal hak kapsamında olan özel yaşantılarının sorgulanması şeklinde sürdürülmüştür. Tüm bu süreç davanın ideolojik intikam hisleriyle açıldığının ve tamamlandığının delilleriyle doludur.

Müvekkil ve arkadaşlarına yönelik silahlı suç örgütü isnatlarının yersiz olduğu hakkında verilen bazı mütalaa ve savunmalardan bölümler ise şöyledir:

PROF. DR. ADEM SÖZÜER VE PROF. DR. MAHMUT KOCA’NIN 23.10.2022 TARİHLİ MÜTALAASI:

PROF. DR. İZZET ÖZGENÇ’İN 14.09.2022 TARİHLİ MÜTALAASI:

PROF. DR. OSMAN CAN’IN 11.10.2021 TARİHLİ MÜTALAASI:

PROF. DR. AHMET GÖKÇEN’İN DAVA DOSYASINA SUNDUĞU 26.11.2021 TARİHLİ DİLEKÇESİ:

11.07.2018 TARİHLİ POLİS OPERASYONU’NDA BAZI POLİSLERE ATEŞ AÇTIĞI İLERİ SÜRÜLEN MERT SUCU’NUN KOMPLO MAĞDURU OLDUĞUNU ORTAYA KOYAN BAZI DELİLLERİMİZ:

Adnan Oktar Davası dosyasındaki örgüt suçlamasına eklenmiş “silahlı” ibaresine kamuoyunu ikna etmek için kullanılan tek olay Mert Sucu isimli sanığın bazı polis memurlarına ateş açtığı yalanıdır. Bu olay çok sayıda karanlık yönü olan, Mert Sucu’nun polislere asla ateş açmadığı delillerle sabit dev bir kumpastır. Bu tarihi kumpas hakkında Fatih Bey gibi tecrübeli bir gazetecinin de bilgi sahibi olması kanaatimizce önemlidir:

Suçlamaya konu olayda kendilerine doğru ateş edildiğini iddia eden 3 özel harekat polisi vardır. İkisinin ismi Cihat Onur Aykaç ve Abdullah Karadaş’dır. Diğeri ise tutanakta imzası bulunan 404345 sicil no’lu Hasan Ay’dır. (Cihat Onur Aykaç ve Abdullah Karadaş, yıllarca Hasan Ay’ın operasyonda yaşanan olay sırasında orada bulunduğunu gizlemeye çalışmışlardır. Israrla olay mahallinde sadece kendilerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak yıllar sonra ulaşılabilen Hasan Ay’ın mahkemede ifade vermesi sağlanmış, polis olaya şahit olduğunu açıklamış ve verdiği ifadesiyle olayda birçok çelişki olduğu görülmüştür.)

Cihat Onur Aykaç çelik yeleğinin sol arka kısmından ve şarjör kılıfından vurulduğunu iddia etmiştir. Kılıfı delen merminin içerdeki şarjörde bulunan fişeğe isabet ettiğini, fişeğin patlaması nedeniyle kolundan hafif yaralandığını ileri sürmüştür. Abdullah Karadaş ise herhangi bir bölgeden vurulduğuna dair belirgin bir ifadede bulunmamıştır. Sonuçta her iki polis memuru da Mert Sucu’dan şikayetçi olmuştur. Hasan Ay ise şikayette bulunmamış, hatta konuyla ilgili ifade dahi vermemiştir.

Bahse konu olayın başından sonuna kadar müvekkilin arkadaş grubunun büyük bir komploya maruz kaldığına işaret eden birçok karanlık nokta bulunmaktadır. Bugüne kadar silahlı tek bir silahlı eylemden bile sorumlu olmamış olan, buna rağmen silahlı suç örgütü kurmakla suçlanan müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları için kasten kurgulandığını anladığımız komployla ilgili önemli hususlar şöyledir:

  • OLAYIN EN KARANLIK NOKTASI, ATEŞ ETTİĞİ İDDİA EDİLEN MERT SUCU'NUN GERÇEK HAYATTA KULLANDIĞI SAĞ ELİNDE ATIŞ ARTIĞI TESPİT EDİLMEMİŞ OLMASIDIR.
  • O GÜN SİLAHINI KULLANMADIĞINI İDDİA EDEN POLİS MEMURUNUN İSE İKİ ELİNDE BİRDEN ATIŞ İZİ TESPİT EDİLMİŞTİR. İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından tanzim edilen İST-KİM-18-35887 uzmanlık numaralı rapora göre, ÖZEL HAREKAT POLİSİ ABDULLAH KARADAŞ’IN SOL EL İÇ, SOL EL DIŞ, SAĞ EL İÇ, SAĞ EL DIŞ SVAB NUMUNELERİ ÜZERİNDE ATIŞ ARTIKLARININ BULUNDUĞU TESPİT EDİLMİŞTİR.
  • Mert Sucu’nun silahı, ADLİ TIP KURUMU'NA İNCELEMEYE GÖNDERİLMEDEN ÖNCE, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Adli Emanet’te mühürlü DELİL TORBASI İÇİNDE VE ÇELİK DOLAPTA TUTULURKEN, İZİNSİZ VE EMİRSİZ ŞEKİLDE BU MÜHÜR KIRILMIŞ, SİLAH KURCALANMIŞTIR. BUNUN SONUCUNDA, ATK'DA YAPILAN İNCELEMESİNDE SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİ TESPİT EDİLMEMİŞTİR.
  • Ayrıca operasyon sırasında müştemilattan polislere ateş ettiği ileri sürülen Mert Sucu’nun kıyafetlerinde, yatak çarşafında atış artıkları araması yapılmamış, bu deliller daha sonra da değerlendirmek ihtimali düşünülerek muhafaza altına alınmamıştır. Halbuki müştemilat odası son derece küçük bir alandır. Odaya tek kişilik bir yatak, bir komodin ve bir sandalye ancak sığmaktadır. Bu alana bağlanan çok kısa ve dar bir koridordan ise banyoya geçilmektedir. Dolayısıyla, eğer iddia edildiği gibi bu küçük odanın içinden 10 el silah ateşlendi ise, sadece Mert Sucu'nun ellerinde değil, o an üzerinde bulunan kıyafetinde, yatağına serili çarşaf, nevresim ve yastık kılıfında, ve sandalyenin üzerinde duran havlularda da atış artıklarının görülebilmesi gerekmektedir. Olay Yeri İnceleme Ekibi iddialar açısından güçlü delil teşkil edecek tüm bu malzemeleri mühürlü torbalarla korumaya alması gerekirken ilginç bir şekilde bunu yapmamıştır.
  • Mert Sucu, kendi beyanına göre, polis geldiğini duyduğunda, henüz odanın içindeyken polislere seslenerek teslim olacağını söylemiş, yanlışlıkla kendisine ateş açılması endişesiyle silahını cam kapının kırık kısmından ayakkabılık alanına doğru atmış ve önce ellerini ileri doğru uzatıp bir tehdit oluşturmadığını göstermeye çalışarak dışarı çıkmıştır.

    Ancak OLAY YERİ İNCELEME EKİBİ'NİN İLK ÇEKTİĞİ FOTOĞRAFLARDA MERT SUCU’NUN
    SİLAHI, AYAKKABILIK ALANINDA BİR AYAKKABININ İÇİNE YERLEŞTİRİLMİŞ VE ÜZERİ ÖRTÜLMÜŞ OLARAK BULUNMUŞTUR. AYAKKABILIĞIN BULUNDUĞU ALANDA OLAN POLİSLERE GÜYA ŞARJÖRÜ BİTENE KADAR ATEŞ AÇIP SONRA DA TESLİM OLAN BİRİNİN SİLAHININ POLİSLERİN OLDUĞU TARAFTA BİR AYAKKABININ İÇİNE ÜZERİ ÖRTÜLMÜŞ BİÇİMDE YERLEŞTİREMEYECEĞİ AÇIKTIR.
  • Yapılan incelemede şarjörün boş ve silah içinde hiç mermi olmadığı rapora işlenmiştir. İddianamenin ve katılan polislerin iddiası, Mert Sucu’nun silahtaki tüm mermileri bitene kadar ateş etmeye devam ettiği yönündedir. Eğer bu anlatımı dikkate alacak olursak, bu durumda silahın atıldığı yerde sürgüsünün geriye çekik vaziyette ve horozunun da kalkık şekilde kalmış olması gerekirdi. Ancak, silah hem ayakkabının içine yerleştirilmiş olarak, hem de sürgüsü normal pozisyonda ve horozu da inik vaziyette bulunmuştur. Yani Olay Yeri İnceleme Ekibi gelmeden evvel birisi ya da birileri silaha temas etmiştir.
  • Silah üzerinden kimlik tespiti yapılabilecek HİÇBİR BİYOLOJİK İZ ÇIKMAMIŞTIR. Silahın sahibi olan ve silaha sürekli temas eden SANIK MERT SUCU’NUN DAHİ DNA’SINA RASTLANILMAMIŞTIR. Silahın özellikle tam temas sağlanan kabzasındaki ve tetik mekanizmasındaki girift girintili çıkıntılı yüzeyler de düşünüldüğünde, tüm bu yüzeylerden dahi hiçbir DNA izinin çıkmaması, silahın profesyonel bir yöntemle temizlendiği izlenimini uyandırmaktadır.
  • Olay Yeri İnceleme Ekibi eksik inceleme yapmış, en hayati delilleri toplamamış, atışın yeniden yapılandırması çalışmasını yapmamıştır.
  • Olay yeri fotoğraflarında dikkat çekici detaylar vardır. YATAK BAŞUCUNDAKİ KOMODİN ÜZERİNDE DAHA ÖNCE VAR OLMAYAN KOVANLAR GÖRÜLMEKTEDİR. 09:53’de çekilen fotoğrafta 3 BOŞ KOVAN varken, 10:17’de çekilen fotoğrafta 4 BOŞ KOVAN, 10:44’de çekilen fotoğrafta ise aynı noktada 6 BOŞ KOVAN VARDIR. Olay mahallinde 10 adet kovan bulunmasına rağmen yalnızca 5 adet mermi çekirdeği bulunmuştur.

  • Söz konusu silah araştırıldığında şarjörü 9X19 mm çapında 13 fişek kapasiteli bir tabanca olduğu belirlenmiştir. BİR KİŞİNİN, 13+1 KAPASİTELİ ŞARJÖRÜNDE 10 FİŞEK BULUNDURMASI MANTIKLI GÖRÜLMEMEKTEDİR.
  • Üstelik olay yerindeki kovanların bir kısmı MKE 9P 11 ibareli bir kısmı ise MKE 9P 16 ibarelidir. Normal şartlarda odadaki tüm kovanların MKE 9P 16 ibareli olması beklenilmektedir. MKE 9P 11 İBARELİ KOVANLARIN KİMİN SİLAHINDAN ATEŞLENİP ODAYA GELDİĞİ MEÇHULDÜR.
  • Aşağıda alıntı yaptığımız olay yeri inceleme raporunda, Cihat Onur Aykaç’ın çelik yelekten isabet aldığı ifadesi yer alırken, şarjör kılıfından vurulduğu ve hafif yaralandığı konusunda ilginç bir şekilde tek bir kelime bile yer almamaktadır:


  • Polis memuru OLAY GÜNÜ İSABET ALDIĞINI SONRADAN İDDİA ETTİĞİ YEDEK ŞARJÖRÜNÜ TESLİM ETMEMİŞTİR. Bu şarjörü olaydan daha sonra, bilinmeyen bir tarihte bilinmeyen kişilere teslim ettiğini iddia etmiştir. Bu teslimata dair bir tutanak veya resmi bir evrak mevcut değildir.
  • Olay yeri inceleme raporunda yer alan ve Cihat Onur Aykaç’a ait olduğu iddia edilen çelik yelek ile ilgili resimde yeleğin üzerinde “H. ALP” isminin bulunduğu görülmektedir. Balistik yeleklerin her polisin kendisine zimmetli olduğu ve başkası tarafından asla kullanılamadığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, üzerinde mermi deliği olan, kullanım tarihi geçmiş (yani normalde kullanılmaması gereken) çelik yeleğin Cihat Onur Aykaç’a ait olmadığı anlaşılmaktadır.

  • DOSYA SAVCILARI VURULDUĞUNU İDDİA EDEN POLİSLERİN TIBBİ MUAYENELERİNİ YAPTIRMAMIŞTIR. ÇELİK YELEKLİ GÜVENLİK GÖREVLİLERİNE KURŞUN İSABET ETMESİ DURUMUNDA HER DEFASINDA AŞAĞIDAKİ GİBİ BELİRGİN MORARMALARA YOL AÇAR. ANCAK YARALANDIKLARINI İDDİA EDEN POLİSLERDE BÖYLE BİR İZ MEYDANA GELDİĞİNE DAİR DOSYADA TEK BİR FOTOĞRAF DAHİ YOKTUR.

    Soruşturma Makamı ateşli saldırıya uğradığını iddia eden polisleri hastaneye veya Adli Tıp Kurumu’na sevk etme gereği duymamıştır. Olay yerine ambulans çağrılmamıştır. Dosyada Cihat Onur Aykaç’ın hafif de olsa yaralandığını gösteren hiçbir sağlık raporu veya fotoğraf yoktur.
    Halbuki fotoğrafta görüldüğü gibi, benzer saldırılarda, yani balistik yeleğe isabet eden kurşunlar nedeniyle yumuşak dokuda morarmalar oluşmaktadır.
  • Balistik yeleğinden isabet aldığını beyan eden Cihat Onur Aykaç ile ilişkilendirilen yelekte bir delik izi görülmesine rağmen, İSABET NOKTASI İÇİNDE MERMİ ÇEKİRDEĞİ OLUP OLMADIĞINA DAİR BİR KONTROL YAPILMAMIŞ, ayrıca içinde bulunan koruyucu plakada mermi çekirdeği isabetinden kaynaklı bir iz ve sekme olup olmadığı bakılmamıştır. Tutanakta da buna dair bir tespit yoktur. Bu iz pek tabii ki eski bir olaydan da kalmış olabilir.
  • YELEĞE İSABET ETTİĞİ İDDİA EDİLEN MERMİ ÇEKİRDEĞİ HİÇBİR ZAMAN BULUNAMAMIŞTIR. Olay Yeri İnceleme Ekibi yelek üzerindeki deliğin ölçüsünü almamış, atışın yapıldığı iddia edilen Mert Sucu’nun silah kalibresiyle mukayese etmemiştir.
  • Olay Yeri İnceleme Raporu’nda bulgu listesi formunda 1. sırada 414867 sicil numaralı özel harekat polisi Cihat Onur Aykaç’a ait balistik yelek tanımlanırken “üzerinde ateşli silah mermisi isabet ettiği düşünülen delik bulunan L ibareli güçlendirilmiş balistik yelek” ifadeleri kullanılmıştır. GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ RESMİ RAPORDA DAHİ BU DELİĞİN BİR MERMİ İSABETİYLE OLUP OLMADIĞI BELİRSİZDİR.
  • Cihat Onur Aykaç olaydan tam 6 gün sonra Mali Şube’ye ifade vermeye gitmiştir. Abdullah Karadaş ise böylesine önemli bir olaydan tam 11 gün sonra ifadesini vermiştir. Gerçek silahlı saldırılarda görülmeyen bu dikkat çekici tavırlara ek olarak, Cihat Onur Aykaç Mali Şube’ye verdiği ifadesinde şarjör kılıfından vurulduğunu olay anında fark ettiğini belirtirken, 2 yıl sonraki mahkeme ifadesinde ise olaydan 1 gün sonra bunu fark ettiğini belirtmektedir:

    Mali Şube ifadesi:


    Mahkeme ifadesi:

  • Dosyaya bakan İstanbul C. Başsavcısı vekili Hasan Yılmaz kendi talimatıyla gerçekleşen operasyonda sözde silahlı saldırıya uğradığını iddia eden polisler olmasına rağmen olay yerine dahi gitmemiş, ateşli silah vakasına karıştığı ileri sürülen 3 polisin ve operasyondaki diğer polislerin ifadelerini hiçbir zaman almamıştır. Olayı ilerleyen süreçte sadece kendisine iletilen evraklar üzerinden değerlendirmiştir. Polise yönelik silahlı saldırı olaylarında böyle bir uygulamaya hiç rastlanmamaktadır.
  • Soruşturmanın ilerleyen aşamasında suç mahallinde temsili ve tatbiki keşif çalışması yapılamamıştır. Bunun nedeni, savunma vekillerinin İstanbul C. Başsavcılığı’na olayın aydınlatılması için inceleme yapılması konusundaki tüm taleplerine rağmen mühürlü haldeki “Dragos” adlı İKAMETİN SAYIN HASAN YILMAZ’IN DA TALİMATLARIYLA ALELACELE YIKILMASIDIR. Böylece saldırının yaşandığı ileri sürülen müştemilat da operasyon anından kalan tüm izlerle ve delillerle birlikte ortadan kalkmıştır.
  • SORUŞTURMA MAKAMI TÜM TALEPLERE RAĞMEN, OLAYIN AYDINLATILMASINI SAĞLAYACAK FOTOĞRAF VE KAMERA GÖRÜNTÜLERİNİ DOSYAYA CELP ETMEMİŞTİR. Halbuki olay anında yaşananları gösterecek birçok kamera görüntüsü ve fotoğraf bulunmaktadır. Nitekim olayın gerçekleştiği ve dosyada “Dragos” olarak adlandırılan ikametin tüm alanları 100 farklı güvenlik kamerası ile izlenmektedir. Operasyonu gerçekleştiren Mali Şube arazideki kamera görüntülerinin tümüne el koymuştur. Hatta hatırlanacağı gibi bu görüntülerden bir kısmı sonradan basına servis edilmiş, müvekkil Adnan Oktar ve bazı arkadaşlarının operasyon sırasında güya ikametten kaçtıkları ileri sürülmüştür. Ancak Mert Sucu’nun olayını aydınlatacak görüntüler tüm taleplere rağmen hiçbir zaman ortaya çıkarılmamıştır.
  • Operasyon, polis helikopterleri ile havadan kayda alınmış olmasına rağmen, Mert Sucu olayını aydınlatmak için bu görüntüler de dosyaya alınmamıştır.


  • Operasyon sırasında Foto Film Şubesi’nin çektiği kamera görüntüleri de olayı aydınlatabilecekken hiçbir şekilde değerlendirmeye alınmamıştır. Bu görüntüler sadece müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarını karalama amaçlı olarak basında kullanılmıştır.


  • Olayla ilgili olarak, özel harekat polislerinin miğferlerinde bulunan kamera görüntülerine de başvurulmamıştır. Halbuki aşağıdaki fotoğrafta, olayın gerçekleştiği iddia edilen müştemilata sadece 5 metre uzaklıkta bulunan bir memurun miğferinde kamera bulunduğu görülmektedir:


  • Mert Sucu’nun sözde polislere ateş açmasının nedeninin güya müvekkil Adnan Oktar’ın ikametten kaçmasını sağlamak olduğu ileri sürülmüştür. ANCAK BU İDDİANIN DA ASILSIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKMIŞTIR. Zira olay yeri inceleme tutanağında görüldüğü gibi operasyonda görevli polislerin müştemilat alanına varmaları 06:00-06:15 civarıdır. Polislere ateş açılması olayının ise 06.30’da gerçekleştiği ileri sürülmektedir. Müvekkil Adnan Oktar’ın bahse konu ikametten, Mert Sucu’nun suçlandığı olayın yaklaşık 2 saat öncesinden çıktığı anlaşılmıştır. Bu durum, Mert Sucu’nun müvekkil Adnan Oktar’ın kaçışını kolaylaştırmak için polislere ateş açtığı iddiasını çürütmektedir. Aşağıdaki kamera görüntüsü ve polis tutanağı bu gerçekleri teyit etmektedir.


  • Olay anında orada bulunan 3 POLİSİN MAHKEMEDEKİ İFADELERİ HEM BİRBİRLERİYLE HEM DE KENDİ İÇLERİNDE ÇELİŞKİLİDİR. Örneğin, biri odaya hiç girmediklerini söylerken, biri koç başıyla kapıyı kırıp girdiklerini, diğeri ise aynı kapıyı kendisinin ters tekme ile kırdığını söylemektedir. Söz konusu polislerin ifadelerinde bunun gibi onlarca çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır.

SONUÇ OLARAK;

Müvekkilin arkadaş grubunun silahlı suç örgütü olmadığı, hukuken ve vicdanen görülmektedir. Aslında Fatih Altaylı’nın röportajında kullandığı “Adnan Oktarcılar buradayken çok eğlenceliymiş burası” ifadesi de bu gerçeğe işaret etmektedir. Nitekim gerçek suç örgütlerinin bulunduğu yerlerde çevrelerine neşe saçmaları mümkün değildir. Gerçek suç örgütleri çevrelerinde sadece gerilim, korku ve sıkıntı oluştururlar. Halbuki müvekkil ve arkadaşlarının cezaevi de dahil bulundukları her ortamda çevrelerindeki insanlara huzur, mutluluk ve güzellik sundukları bilinmektedir. Nitekim kaldıkları tüm cezaevlerindeki görevliler onların hal ve tavırlarından memnundurlar. Müvekkilin arkadaşları bulundukları koğuşlarda güzel ahlaklarıyla diğer mahkumlara örnek olmakta, İslam’ın öğrenilmesine ve yaşanmasına vesile olmakta, sukunetin ve düzenin korunmasına katkıda bulunmaktadırlar. Görevliler de bu yaşananlara yakinen şahittirler. Gerçek suç örgütlerinde asla rastlanılmayacak bu özellikleri bile müvekkilin arkadaş grubuna “çete” denilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Saygılarımızla bilginize sunarız. 03.10.2025

Yorum Gönder

0 Yorumlar